USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

ÇEVRE VE İNSAN

31-03-2017

İnsan beyni çok farklı besleyenlerle gelişir.

Dış dünyaya ilişkin tanımlamaları, duyularımız tarafından toplanan veriler sayesinde yaparız.

En basit hali ile koku almak, duyma, görme, dokunma ve tat almak insanın kendisini koruması ve varlığını sürdürebilmesi için gereklidir.

Bunlar içerisinde kuşkusuz insan beynini en çok besleyen ve eğiten görme duyusudur.

Işık, dolayısı ile renkler insanın algı dünyasını genişletir ve geliştirir.

Renkler, insana adeta yaratılışın hediyesidir.

Yeni doğmuş bebeklerin beşiklerine renkli ve sesli oyuncaklar asılıyor olması,

ses ve rengin çok önemli uyaranlar olması ve beyni geliştirdiğinin bilinmesi yüzündendir.

 

İnsan beyninin bilgi toplaması ve gelişebilmesi için engellere de ihtiyacı vardır.

Burada söz konusu olan engel, tanımladığımız biçimlerdir.

Sanat eserleri ve sanatçıların, klâsik konulardan soyut çalışmalara geçmiş olmaları

Sadece onların düşünsel derinlikleri ile ilgili değildir.

Alıcı göz olarak tanımlanan (ki, işin müşterisidir aynı zamanda), insan gözü ve beynine farklı derinlikler, renk ve boyut dünyalarının varlığını gösterme çabası ile de ilgilidir.

İnsan gözünün derinliğe, yükseltilere, boş alanlara bakmaya ihtiyacı vardır.

 

Bilindiği gibi, şu günlerde ülkemiz ve halkımıza olan davranışları ile pek hoşlanmadığımız Hollanda,

dünyada ki en düz toprak parçalarından birisidir ve su altında kalma tehlikesi yaşamaktadır.

Sürekli düz ve boş alanlara bakmanın yarattığı boşluk ve yalnızlık hissinden kurtulabilmek için,

Suni tepecikler ve bunların üzerinde yer alan yel değirmenleri inşa edilmektedir.

Ovalarımız, vadilerimiz, tepe ve dağlarımız için ne kadar şükretsek azdır.

Nerede olduğumuzu anlamak ve içinde bulunduğumuz evreni tanımlamak için

daima çevresel ögelere ihtiyacımız var.

Amerikan yerlileri, Şamanlar ve Japonların yaşadıkları çevreyle ilişkilerinin daima ibadet eder gibi olması da bu yüzdendir. Tabiat ana ya da doğa ana tanımlaması, içinde büyüdüğümüz ortamı onurlandırmak adına, insanoğlu tarafından yapılan güzel bir tanımlamadır. Burada sadece yiyecek sağlamak kastı yoktur. Sahip olduğumuz ve beynimizi geliştiren her bilgi, doğadan elde edilmiştir.

Ancak her bireyin doğa ile ilişkisi saygı temelli değildir. Bu konuda gelecek kavramı, bazıları için sadece kendisi ve ailesi için önemli olabilmektedir. Oysa sınırlı yaşam süremizle hepimiz yolculardan ibaretiz.

Hem kendi yaşam süremiz için hem de gelecek için çevre ile olan ilişkimizi yeniden gözden geçirmeliyiz.

 

Demirin fark edilmesi ve işlenmeye başlamasının üzerinden neredeyse 3 bin yıl geçti.

Kuşkusuz dünya kültür ve teknoloji tarihi açısından önemli bir süreçti.

Başta günlük kullanım eşyaları olmak üzere silah ve aletler demirle yapılmaya başlandığında

dünyanın çehresi de değişmeye başladı. Neye rağmen? Bugün kıraç, ağaçsız topraklara sahip

olmak pahasına. Bu demir ne kullanılarak eritildi, o ısı nasıl sağlandı?

Bu amaç için bir sürü ağaç ve belki de ormanlar yok edildi. Yenisi çıksın, dikilsin diye doğanın kendisi ile birlikte sadece hayvanlar çaba gösterdi. Arılar, kuşlar, karıncalar, domuzlar... Hayvanlara çok şey borçluyuz. Bu borç, sadece besin zincirimizde olmaları yüzünden de değil üstelik.

Güzel çevrelere ve hayvan dostlara ihtiyacımız var. Ülkemizde zaman zaman çeşitli kurumlar ya da kişiler tarafından yapılan Hatıra Ormanları oluşturma çabasını alkışlamalıyız. Hatta belki 100, 200, 500 ya da 1000 kişi ve fazla çalışanı olan kurumlara özel orman, hatıra ormanı yetiştirme zorunluluğu getirilmesini önermeliyiz. Sadece dikip, kendi haline bırakmak koşulu ile de değil üstelik.

 

Yıllar evvel gazetelerimize yansıyan bir haber vardı. Konu İsrail´de bir okulla ilgili idi.

Üstün zekâlı çocuklar için bir okul açılmıştı. Buraya kadar benim için haber niteliği yoktu.

Ancak okula verilen isim beni çok etkiledi: Ufuk!

Okula neden bu adı verdiniz diye sorulduğunda yanıt muhteşemdi:

İnsan aklı için tek engel Ufuktur!

Adam çocuğuna bunu öğretiyor. Durumları ortada.

Sahip olduğu güç ve teknoloji sayesinde,

2 milyarlık İslâm âlemi ile alay ediyor.

Sen ne yapıyorsun? Satranç haramdır, günahtır diyorsun.

Ufuk´tan haberin yok, gelecekten haberin yok.

 

Hiç dikkatinizi çekti mi bilmem, dünya hakimiyeti fikri,

sadece Türk ve Türk soylu kavimlere özgü bir durumdur.

Bu fikri ve duyguyu besleyen şey, vahşilikleri değildir yaşadıkları çevredir.

Binlerce kilometrelik boş alanlar, sonsuzluk duygularının gelişmesine neden olmuştur.

Hareketlerini kısıtlayacak bir çevrelerinin olmaması,

Karakterlerindeki özgürlüğün en önemli nedenidir.

Geçmişteki başarılarının altında yatan da budur.

Doğal olarak modern dünyada o çevre artık yoktur.

Şehirleşme, özellikle de çarpık olanı, bu karakter özelliğimizi gün geçtikçe törpülemektedir.

Günümüzde, dünya hakimiyeti fikri ile hareket eden ülke ve kültür sayısı gittikçe artmaktadır.

Yaşanan çeşitli olaylar ve büyük savaşlar, bu sonuca askeri yollarla ulaşılamayacağını

göstermiştir. Eğitim, kültür ve dolayısı ile teknolojinin geliştirilmesi yolu ile ülkeler ve insanları köleleştirilmektedir.

 

Ülkemizi ve geleceğimizi emanet edeceğimiz nesiller yetiştirilmesi, Milli bir ihtiyaç ve zorunluluktur.

Bunu yapabilmek için en başta, uygun bir çevrenin oluşturulması gerekir.

Şiddet olaylarının artması ve suç oranlarının tedirgin edici boyutlara ulaşmasında, kentlerimizin

sıkışık ve insanı ezen mimarisinin kötü etkisi de düşünülmelidir.

Her fırsatta doldurulan ve betonlaştırılan değil, aksine boş ve yeşil,

yaşanabilir alanlara ihtiyacımız var.

Daha özgür beyinler ve sağlam bir kültür oluşturma adına, geniş, insanlara nefes aldıran

kentsel mekânlar yaratılmasına ihtiyacımız var.

Bu sayede, başta kendisine saygı duyan, çevresini ve içindekileri seven bireyler geliştirilebilir.

İnsana yatırım, çevresine yatırımla ilgilidir.

İşte ancak o zaman ve moda tabiri ile bütün dünyayı

kültürümüzle dövebiliriz!

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?