BİLGİNİN KAYNAĞI NERESİDİR?

Orhan Arslan
Orhan Arslan
BİLGİNİN KAYNAĞI NERESİDİR?
07-06-2023

İnsanlar Yeryüzüne geldikleri günden itibaren etrafında olup, biten her şeyi öğrenmek adına çeşitli sorular sormaya başlamışlardır. Bu sorular hem eşyayı  tanımak adınadır, kimi zamanda etrafında ki  tüm olayları tanımak adınadır. Bu çalışmalar, araştırmalar, bugün ilmi seviyenin eriştiği bu zamanlara kadar gelmiştir. Hala insanoğlu araştırmaya devam etmektedir. Yani asırlar öncesinde insanların kendi, kendilerine sorarak başladıkları ve farkında olmadan geliştirdikleri, fikri ve ilmi çalışmalar günümüze kadar devam etmiştir. Bu silsile sürerken ilmin temel  kaynaklarını Dünyada var olan her şeyden, kimi zamanda uzaydan almışlardır. Bu bakış açısına göre; kaynağı var olan bir materyalden hareket ederek yeni  bilgilere erişme sürecidir. Olmayan bir şeyi bulmuş değillerdir. Var olan şeyleri  birleştirerek, yahut analiz ederek, yeni araştırmalara devam etmişlerdir. Kısacası var olan bir şeyden yola çıkmaktır.

Eşyayı, çevreyi tanımak adına başlayan bu yolculuk, hala devam etmektedir. İnancımız açısından da; eşyayı tanımak insan için, teşvik edilen konulardandır. Burada önemli olan husus; eşyayı yalın hali ile tanırken, ne onu yüceleştirmek, ne de yok saymamaya dikkat etmek gerekir. Çünkü, bütün eşya da aynı zamanda Yüce Yaratıcının bir eseridir. Onu tanımak adına yapılan çalışmalarda; göreceksiniz insanoğlunu Yüce Yaradan’a götürecektir.

Bu olaya İslami açıdan bakacak olursak Kainatta var olan her şey;  Allah'ın yaratması ile olmuştur. Var olan her şey onun eseridir. O halde insanlar ne yapmaktadırlar? Sorusunun cevabı araştırarak Allah'ın yarattığı tüm şeyleri öğrenme, bilme çabalarıdır, ondan yaralanma, çabalarıdır, diye özetleyebiliriz. Yüce Yaratıcının   bizlere verdiği akıl sayesinde  bu çalışmaları devam ettirmektedirler. Akıl, tecrübe, deney, beceri kısacası sayamayacağımız yüzlerce birikimin bir araya gelmesi ile Dünyada yeni, yeni şeyler keşfedilmektedir. Bu Allah'ın insanlara verdiği bir ruhsattır.

Felsefi açıdan yapılan tüm değerlendirmelerde insan aklı  en ön planda olmaktadır. Aklın uymadığı yahut akıl melekelerinin tespit edemediği, algılayamadığı tüm olaylar veya eşya şüphe ile bakılan bir tespittir. Şüphe o konuda net bir sonuç ortaya koyamadığı için, araştırmaların devam etmesi  gerekiyor, anlamına gelir. Başka bir anlatımla ortaya konan tez henüz sonuçlanmadığı için; bizi nereye götüreceği, nelerle karşılaştıracağı bilinmemektedir. Felsefenin gizemi burada olsa gerektir. Araştırmaların, sorgulamaların, eşyayı tanıma çabasının, neticesinde ortaya konan bu çalışmalar devam etmektedir.

Bu yol ayırımında biz İslam inancına sahip olduğumuz için, bizim için İslam’ın öğretileri ve bize sunduğu bilgileri temel olarak alır ve kabul ederiz. Onun sınırlarını çizdiği alanların dışına çıkmamaya çalışırız. O nedenle,  her namazda tekrar ettiğimiz gibi ancak, Ondan yardım isteriz, yine Kuranın dili ile gayba iman ederiz…  Bizi ayıran en önemli özelliklerden birisinin bu  olduğunu Yüce Peygamber bir sözlerinde belirtmiştir. Bu inancımızın gereğidir.

Merak edilen şudur? Asırlar önce etrafında var olan tüm eşyayı, olan, biteni sorguladığı iddia edilen insanoğlunun başladığı ilmi çalışmaların sonucunun nereye ulaşacağıdır. Acaba bizim inancımıza göre yapılan tüm araştırmaların sonunda ilim adamları Allah inancına mı ulaşacaklar veya başka bir sonuç mu çıkacaktır. Kısacası bu tez daha sonuçlanmamıştır. Çünkü, İlim henüz sona ermemiştir. Ancak, bazı ilim adamlarının yapmış olduğu bazı araştırmalarda; araştırmaları sonuçlanmadan, dahi; gelip, Allah inancına teslim olduklarını hatırlayalım. Eğer, tüm ilmi sonuçlar bittiğinde; ilim gelip Allah’a teslim olduğu zaman, inançsızlık adına bu kadar dem vuranların vay haline demek geliyor içimden..

O halde asırlar öncesinde,  sorgulamak adına başlatılan ve bugünkü durumuna gelen ilmi çalışmaların, dini inançlardan tamamen uzak değerlendirmelerde bulunması ne kadar doğrudur? felsefe adına yapılan çalışmalar bunu ortaya koyacaktır . Yahut, bu kadar Dini öğretiler varken, bunları yok sayarak çalışmaların dışına atmak, kendi akıllarının  tespit ettikleri ile yetinerek;  kendi akıllarını kutsamış olmak ne kadar doğrudur? Araştırmalarında Dini hükümlerle uyuşan sonuçlar buldukları zaman neler düşünmektedirler. Son senelerde ateistliği savunarak ömrünü geçirmeye çalışan bir felsefecinin, ömrünün sonlarında tük okurlarına hitap ederek:’’ kendisinin hata ettiğini, senelerce insanlara Allah'ın olmadığını anlattığını, ancak bugün itibarı ile o, fikirlerinden tamamen  vazgeçtiğini ve tüm okurlarından ve kendisine inananlardan özür dilediğini,, hatırlarsak..., o zaman o, insanların durumu ne olacaktır. İşte felsefi çalışmaları yapanların sonucunun böyle olacağına bir örnektir… O halde asırlarca ilim adına inançsızlığın reklamını yapmak doğru mudur? Bu çalışmalar başka bir deyişle; var olan gerçeği eksik tanıma, Resmin tamamına erişememeden yapılan eksik yorumlar anlamına gelmez mi? Kendi ilminin ve aklının eriştiği son nokta; ilmin ve aklın eriştiği son noktadır, demek ne kadar doğrudur? Unutmayalım, bu çalışmaların sonu Yüce Yaradan’a erişecektir.

ÖNCEKİ YAZILARI
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?