Yalova Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ali Osman Karaoğlu, İsrail’in Madleen gemisi saldırısının uluslararası hukuki boyutunu AA Analiz için kaleme aldı.
***
İsrail 1967’den beri uluslararası hukuk uyarınca Filistin toprakları üzerinde işgalci konumundadır. 2005 yılında biten İkinci İntifada’nın ardından Filistin’de seçimler yapılmış ve Hamas 2006 yılındaki parlamento seçimlerinde birinci parti olmuştur. Hamas’ın hükümet kurmasının İsrail çıkarları ile çatışması üzerine İsrail 2007 yılında Gazze’ye abluka uygulamaya başlamış ve 2009 yılında Gazze’yi kara, hava ve denizden tamamen çevreleyerek açık hava hapishanesine çevirmiştir.
Hem Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Konseyi (İHK) hem de Uluslararası Kızılhaç Örgütü (ICRC) İsrail’in Gazze’ye uyguladığı ablukanın “toplu cezalandırma” anlamına geldiğini ve sivil nüfusa orantısız zarar verdiğini tespit etti. Nitekim 1949 tarihli Dördüncü Cenevre Sözleşmesi ve 1977 tarihli 1. No’lu ek protokol de toplu cezalandırma ve toplu infazı yasaklamakta ve insani yardımın engellenmemesi gerektiğini düzenlemektedir. İsrail, uluslararası hukuka uymayarak 2007'den beri Gazze'ye abluka uygulamaktadır. Bu abluka ise büyük bir insani krize yol açarak 7 Ekim'deki olaylara zemin hazırlamıştır.
Abluka ve özgürlük filosu fikri
İsrail’in Gazze’ye uyguladığı abluka ve baskı BM Raportörlerine göre, soykırım boyutuna ulaşmıştır. İşgalci İsrail’in uyguladığı ablukanın kırılması ve Gazze halkının insani yardıma erişebilmesi için sivil aktivistler tarafından 2008’den bu yana özgürlük filosu (freedom flotilla) organize ediliyor. Bu anlamda Madleen gemisi organizasyonu esasen ilk girişim değildir ve görünen odur ki son da olmayacaktır.
Özgürlük filosu girişimlerinin etkisi kamuoyunda tartışmalı olsa da, bu fikir zamanla dünya çapında kabul gören bir harekete dönüştü. Bu dönüşümde en önemli dönüm noktası, 2010 yılında Mavi Marmara gemisinin de yer aldığı filonun İsrail tarafından engellenmesinin ardından oluşan uluslararası tepki ve bu tepkinin İsrail’i ablukayı kısmen yumuşatmaya zorlaması oldu.
Bu nedenle birçok ülkeden sivil toplum kuruluşları ve aktivistler bir araya geldi ve Gazze'ye yapılan hukuksuz ablukayı kırmak için özgürlük filosu hareketine tekrar tekrar can verdi. Hatırlanacağı üzere, Mayıs 2025’te özgürlük filosu hareketi yeniden harekete geçti ve Conscience gemisi Malta açıklarındaki uluslararası sularda İsrail’in dron saldırısına maruz kaldı. Son olarak, 12 aktivisti taşıyan Madleen gemisine İsrail tarafından el konulması ve yolcularının yakalanarak İsrail’e götürülmesi özgürlük filolarına yapılan saldırıların uluslararası hukuk boyutunu yeniden gündeme getirdi.
Madleen’e müdahalenin uluslararası hukuk boyutu
İsrail 7 Ekim 2023’den beri Gazze’de uyguladığı ablukayı soykırım amacına uygun şekilde sıkılaştırdı. İsrail’in ablukasını kırmak ve Gazze halkına insani yardımın önünü açmak için yola çıkan Birleşik Krallık bandıralı Madleen gemisi Mısır açıklarından Gazze’ye doğru yol alırken uluslararası sularda İsrail’in müdahalesi ile karşılaştı.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, İsrail hukuka aykırı şekilde Filistin’e ait deniz yetki alanlarını işgal altında tutarak abluka uyguluyor. Zira Filistin 2015 yılında 1982 tarihli BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne taraf olmuş ve daha sonra 2019 yılında 12 deniz mili karasuları, 24 deniz mili bitişik bölge ve 200 deniz mili de münhasır ekonomik bölge ilan ederek BM’ye bildirmiştir.
Madleen gemisine müdahale edilen bölge İsrail’in abluka uyguladığı sınırların dahi içerisinde değildir. Madleen gemisine uluslararası deniz hukuku kuralları gereğince seyrüsefer serbestisinin olduğu bir noktada müdahale edilmiştir. Bu nokta Filistin’e veya Mısır’a ait münhasır ekonomik bölge içerisinde kalmaktadır.
Böyle bir noktada bayrak devletinden (Birleşik Krallık) başka bir devletin sivil bir gemiye müdahale edebilmesi, deniz haydutluğu gibi ancak birtakım şartlar söz konusu ise mümkündür. Madleen gemisi açısından bu istisnaların uygulanabileceği bir durum bulunmamaktadır. Bu nedenle İsrail’in müdahalesi uluslararası hukuka aykırıdır.
Öte yandan, müdahale İsrail’in uyguladığı hukuksuz ablukanın sınırları içerisinde olsaydı dahi yine de uluslararası hukuka aykırı olacaktır. Uluslararası teamül hukukuna göre bir abluka, tüm gemilere tarafsız şekilde uygulanmalı ve sivillere insani yardım ulaştırılmasını engellememelidir. Ancak İsrail, Gazze’ye hem karadan hem de denizden yeterli insani yardımın ulaşmasına izin vermemektedir. Ayrıca uluslararası insancıl hukuk uyarınca “aç bırakma” bir savaş metodu olarak kullanılmamalıdır. İsrail her iki yönden uluslararası hukuku ihlal etmektedir.
Kaldı ki Gazze hakkında 7 Ekim sonrasında Uluslararası Adalet Divanı (UAD) tarafından verilmiş bağlayıcı ihtiyati tedbir kararları söz konusudur. Bilindiği üzere Güney Afrika İsrail’i Soykırım Sözleşmesi’ne aykırı davranması sebebiyle Divan önünde dava etmiş ve Divan üç kez ihtiyati tedbir kararlarına hükmetmiştir.
Her üç kararda da İsrail’in insani yardıma izin vermesi gerektiğine hükmeden Divan’a göre; “İsrail, Soykırım Sözleşmesi kapsamındaki yükümlülüklerine uygun olarak ve Gazze'deki Filistinlilerin karşı karşıya kaldığı kötüleşen yaşam koşullarını, özellikle de kıtlık ve açlığın yayılmasını göz önünde bulundurarak, BM ile tam işbirliği içinde, Gazze'deki Filistinlilere gıda, su, elektrik, yakıt, barınak, giyim, hijyen ve temizlik ihtiyaçlarının yanı sıra tıbbi malzeme de dahil olmak üzere acilen ihtiyaç duyulan temel insani yardımın engelsiz bir şekilde sağlanması için gerekli tüm tedbirleri gecikmeksizin almalıdır”.
İsrail ise Divan’ın kararına uymadığı gibi bebek malzemeleri, gıda ve ilaç taşıyan Madleen gemisinin geçişine izin vermemiştir. Böylece hem karadan hem denizden hem de havadan insani yardımı kısıtlayarak Divan’ın kararına aykırı davranmıştır. Belirtmek gerekir ki, İsrail’in iddia ettiği gibi Madleen yolcularının niyetinin insani yardımın ötesine geçerek kamuoyu yaratmaya çalışması ya da ablukayı hedef alması da durumu değiştirmemektedir. Şiddet amaçlı olmadıktan sonra bu tür girişimler uluslararası hukukun serbest bıraktığı hususlar kapsamında kalmaktadır. Ablukanın kendisi zaten hukuka aykırıdır. Üstelik halihazırda bir emredici kural olan Soykırım Yasağının ihlali söz konusudur.
Devletlerin ve BM Güvenlik Konseyi’nin yaptırım uygulamakta yetersiz kaldığı açık bir soykırıma karşı sivil toplum faaliyetlerinin konuyu tamamen çözemeyeceği aşikardır. Ancak sivil toplumun devletleri harekete zorlaması mümkündür. İnsanlık adına eylemleri çoğaltmak ve yapılabilecek bir şey varsa zafere odaklanmadan yapmak şarttır. Şair’in dediği gibi: “Arkanı dönme! Neyin var sen de fırlat! Hiç yoksa şu inkisarı kağıda geçir, sonuna kadar yaz”.
[Doç. Dr. Ali Osman Karaoğlu, Yalova Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Milletlerarası Hukuk Ana Bilim Dalı'nda Öğretim Üyesidir.]
*Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.