Bu başlık günümüz araştırmacı yazarlarından Saadettin MERDİN kardeşime aittir. Muhyiddin-i İbn Arabi'den bahsederken Saadettin kardeşimin 'İslam'ın Pavlusları' kitabından alıntı yapmamak olmazdı. Şimdi onun yazdıklarını özetleyerek devam edelim:
Tasavvufun zirve şahsiyeti olan İbn-ül Arabî (ö. 638); esas adı Muhammed iken sevenleri tarafından dini ihya etti diye Muhyiddin lakabı ile taltif edilmiştir. İspanya'dan, Kuzey Afrika'ya, Mısır'a, Mekke'ye, Musul'a, Konya'ya, Bağdat'a, Malatya'ya, Haleb'e kadar gezmediği yer yoktur. 300 kadar alim veya şeyhle görüştüğünü iddia eder. Endülüs'ün çok kültürlü bir ortamında yetişmiş, oradaki Hıristiyanlardan, Yahudilerden ve Yahudi Kabalizm'inden büyük ölçüde etkilenmiştir. Sadreddin Konevi'nin annesi dahil dört kadınla evlenmiştir.
Gazali'nin ihyası istifade ettiği kitaplardan birisidir. Önceleri şathiyat denen ve gizlenen ilimler, küfür, ilhad ve şirk olarak nitelenirken Hamedani ve Gazali gibi sufiler tarafından yazılmaya ve gerçek bir ilimmiş gibi sunulmaya başlanmıştır.
İbn Arbi'nin tasavvufa kattığı fikirlerden biri Hatm-i Velayet (Son Veli) teorisidir. Bu fikrini Hakim et Tirmizi'den almıştır. Kendisinin evliya ilmi dediği Cefr ve ebced ilmini yaşadığı bölge olan Kabalacı Yahudilerden ve İhvan-ı Safa'dan aynen iktibas etmiştir. Bir tür şeytanat ilmi olan ilmi esrar da otorite olarak Müslümanlar arasında yayılmasına katkısı olmuştur.
İbn Arabî, en büyük icadı olan 'Vahdet-i Vücud' (Varlığın birliği) felsefesini Endülüs'deki İbn-i Meserre ekolünden almıştır. Kurtuba'lı İbn-i Meserre, Sühreverdi meşrebinden bir İşraki'dir. Özellikle Bayezid-i Bistami ve Hallaç'da ki Batıni görüşleri sistemleştirerek geliştirmiştir. Bunun yanı sıra Eş'arilerin Araz nazariyesinden Allah' Tecelli7her an yeniden var olma fikrini almıştır. İlahi sıfatlar hakkındaki kanaatini Mutezile mezhebinden edinmiştir. Sudur teorisini yeni Eflatunculuğun kurucusu Plotinus'dan almıştır. Plotinus'un 'Aklı evvel' fikrini ismini değiştirerek 'Nuru Muhammedi' haline getirmiştir. Farabi ve İbn-i Sina felsefesini tasavvuf dinine uyarlamıştır.
İbnü-l Arabî, Vahdet-i Vücud sisteminin tasavvufi ıstılahlarını geliştirirken, Batıni İsmaili'lerden, Karmatilerden, İhvan-ı Safa'dan ve kendisinden önceki sufilerden yararlandığı gibi: Meşşai ve İşraki felsefeden Gnostisizm'den, Yeni Eflatunculuktan, Stoacılar ve Yahudi düşünür Philon'dan da istifade etmiştir.
Geliştirdiği Vahdet-i Vücud teorisi ile 'Tanrı İnsan' kavramı ortaya çıkmıştır. Artık Hak-Batıl, sevap-günah, dindar-dinsiz hatta din farkının ortadan kalktığı ve Peygamberlik kurumuna insanlığın ihtiyacı kalmadığı bir durum ortaya çıkmıştır. İslam'da ki aktif ve canlı bir güç olan Allah düşüncesini yok etmiştir. Böylece İslami dini hayat çökmüştür.
Özetle, İbnü-l Arabî'nin İslam'a ve imana zerre kadar faydası olmamış, İslam'ın tasavvuf dini olması için kendisinden önceki çalışmaları zirveye taşımıştır. Gerçekten en büyük Pavlus'tur. Sadece İslam'dan alınan birkaç kelime ve kavram icat ettiği tasavvuf dinin de bir çeşni olarak kullanılmıştır.
64 ciltlik tefsir yazdığını söyleyen İbnü-l Arabî- günümüze tek bir nüshası gelmemiştir. Kur'anın canına okumuş, ayetleri istediği şekilde tevil etmiştir. Batıni, işari anlam deyip ayetlerin manasına resmen takla attırmıştır. Ayetlerin ne sebebi nüzulüne, ne siyak ve sibakına, ne müteşabih olmasına, ne de ayetlerin dil ve gramer yapısına bakardı. Ayetlerin lafzı ve medluliyle hiç bağdaşmayan anlamlar verirdi. Şeyhül Ekber'in elinde Kur'an yeni Eflatuncuların görüşlerini destekleyen bir malzemeye dönüşüverir. Bir örnek: 'Rabbimiz sen bunu boşuna yaratmadın, seni tenzih ederiz.' (Bakara 191) ayetini şöyle tefsir eder: 'O kendinden başka bir şey yaratmamıştır, eğer Haktan gayri bir şey yaratmışsa o batıldır. (Süleyman Uludağ, s. 155)
-Hatem-i Evliya teorisi ile velilerin Peygamberlerden üstün olduğunu söyler. Kendisinin de en büyük, en son veli olduğunu iddia eder. İbnü-l Arabî, 1202 yılında Mekke de gördüğü rüyayı şöyle anlatır:
'Rüya gibi bir durumda sanki Kabe'nin altın ve gümüş tuğlalardan yapılmış olduğunu gördüm. Bina, eksik olan iki tuğla dışında tamamdı. Bunlardan biri altın, diğeri gümüştü. Nefsimin kendini bu iki tuğla yerine yerleştirdiğini gördüm ve anladım ki, ben o tuğlaların ta kendileri idim. İşte o zaman bina tamamlandı. Uyanıp Allah'a şükrettim ve kendi kendime, 'Benim gibileri takip edenlerin arasında ki Allah'ın Resulü Muhammed gibiyim.' Yani Hatem-ül evliyayım.
İbnü-l Arabî'yi bundan sonraki yazılarda anlatmaya devam edeceğiz inşallah.