“Muayeneye gelen bir hasta ile kısa bir bakışma sonunda tanıdık birbirimizi.

İlkokul arkadaşımdı.

Ayak üstü kısa bir sohbetten sonra beni evine davet etti.

Gittik, samimice ağırladı.

Bir ara, heyecanla albümden bir fotoğraf çıkarıp uzattı.

- Bak bizim sınıfın fotoğrafı ama sen ya yoksun ya da ben çıkaramadım, dedi.

Fotoğrafı görünce başımdan kaynar sular döküldü sanki. Nefesim daraldı, bayılacak oldum.

Ben de vardım o fotoğrafta ama farkında değildi.

Herkesten 25 kuruş para toplanmış, ben veremeyince de

Öğretmenimiz;

"Sen ayrıl şöyle kenarda bekle" diye beni çıkarmıştı gruptan.

Birkaç adım uzakta beklediğim halde, yarıdan kesik şekilde ben de çıkmıştım.

Öğretmenimizin o tavrı beni çok etkilemişti.

Çok üzülmüş, günlerce tesirinden kurtulamamış ve hatırladıkça ağlamıştım.

Şimdi doktor oldum ama arkadaşım; farkında olmadan, hiçbir hekimin iyileştiremeyeceği bir yarayı seneler sonra yeniden kanatmıştı.”

(Genç Beyin dergisinden İktibas edilmiştir.)

 

Öğretmenler, Hocalar, Muhteremler...

O kadar mühim bir vazife ki sizin ki.

Bir sözünüzle insanları ikiye bölebilir,

Bir fiskenizle ruhları paramparça edebilirsiniz...

Keşke önceliğiniz; hep ve sadece, size emanet edilenler olsa...