Özel günler gelmeden yazılan ve o günlere ait değerlendirmelere karşı, ben de tersten bir bakış ile özel günlerin geçmesinin ardından gazete köşemde bir değerlendirme yapmaya karar verdim. Bu günler özelinde anımsadıklarımı ve yaptığım analizleri de okuyucularımla paylaşmanın daha verimli olacağını düşündüm.
Yazı hayatıma başlarken ilk olarak kaleme aldığım konunun temelini de bu bakış açısı oluşturmuştu. “Kendime İçsel Bir Bakış ve Geldiğim Nokta” başlığı ile emek ve alın terinin beni getirdiği son durumu sizlerle paylaşmıştım. “Bir Ulusun Egemenliğini Çocuklarla İlişkilendirmek” isimli ikinci yazımı da bu düşünce ile yazmıştım. Şimdi ise kutsallık atfettiğim emek ve alın teri kavramına, daha derin manalar yüklemek içinde, 1 Mayıs gününü ve bugün çerçevesince yapılanları gözlemlemeye çalışarak bir yazı metni oluşturmak istedim. Birey, aile ve toplum çerçevesince emeğin ve alın terinin yine birey, aile ve toplum hayatındaki yansımalarını düşündüm. Sivil Toplum Örgütlerinin, Siyasetin, İktidarın ve Devletin bu kavrama verdiği teorik anlamları ve bunun yansıması eylemsel görüntüleri analiz etmeye çalıştım. Sonuçta ortaya çıkan tablo, alkışlanacak bir durumun ötesinde yerilecek binlerce görüntü ile zihin dünyamda yerini aldı.
Her bir kitlenin farklı alanlara çektiği ve kendi ideolojilerini ön plana çıkartmaya çalıştığı bu kavramın aslında bütün ideolojilerin üstünde bir kavram olduğunu bir kez daha fark ettim. İnsan merkezli bir bakış açısı ile emek ve alın teri kavramına baktığımda; her bir bireyin, ailenin, özel ve kamusal alandaki tüm yöneticilerin, patronların, kanun koyucuların, kanunları uygulayanların, hak, hukuk ve adalet nutukları atan liderlerin, şapkalarını önlerine alıp, empatik bir yaklaşımla bu konuya yeniden bakmaları ve kafa yormaları gerektiğini, akademisyenlerin ise sorunlar ve çözüm önerileri ile ilgili daha fazla saha çalışmaları yapmaları gerektiğini fark ettim. Ortaya konulanların yetersizliğini anladım.
Herkes kendi mecrasında tüm meselelere insan odaklı baktığında ve davrandığında, birey ve toplum vicdanının yaralanmayacağını, emek ve alın terinin sömürülmeyeceğini, herkesin emeğinin karşılığını alacağını düşünüyorum. İster kabul edelim ister etmeyelim, dünyanın varoluşu ile birlikte, tarihin bütün evresinde, emek ve alın teri, en temel olgu olarak insan hayatında var olmuştur. İnsan olarak konumlandırıldığımız coğrafyada, dünyaya gözümü açtığımız andan itibaren başlayan yaşam yolculuğumuzun temelinde ise yine emek ve alın teri başrolde olmuştur. Doğum ile başlayan, bebeklik ve çocukluk dönemi ile devam eden, yetişkinlik evresinde ise daha da değerlenen emek ve alın teri en önemli figür olarak yine varlığını sürdürmüştür.
Bizler, emek ve alın terinin hayatımıza kattığı değeri ve anlamı kimi zaman kendi çabamızla sağlarken kimi zamanda çevresel faktörlerle çeşitlendiririz. Annemiz ve babamızla başlayan, diğer aile bireylerin gayreti ile emek ve alın teri ilmek ilmek etrafımızı sarmalar. Bu sarmal zamanla komşularımızla, sokağımızla, mahallemizle ve şehrimizle birlikte bizi büyütür veya küçültür. Kimi zaman geliştirir ve zayıflatır. Ama sonuçta bizi bir noktadan diğer bir noktaya getirir, ilerletir veya geriletir.
Bize sunulan hayatı değerli kılanda emeğimiz ve alın terimiz değil midir? Hepimiz yaptıklarımızla, iz bıraktıklarımızla, hikayemizle anılırız, hatırlanır ve yad ediliriz. Bu hatırlanışın altında yatan şey yine alın teri ve emektir.
Aslında emek ve alın teri için bir turnusol kâğıdı desek yeridir. Bu kavrama yüklediğimiz samimi anlam, bizi; bir insan, bir anne, baba, yönettiğimiz kurumun yöneticisi, eğittiğimiz öğrencilerin öğretmeni, yaşadığımız şehrin, bölgenin ve ülkenin sorumluları, aynı amaç etrafında kümelendiğimiz derneğin, vakfın, sendikanın, partinin lideri olarak ciddi anlamda sorumluluk sahibi kılıyor. Bu sorumluluğun altında kalmamak için de hepimiz bu ülke için, ülkede yaşayan her bir birey için, taşın altına elimizi koymamız gerekiyor.
Öyleyse gelin bugünden sonra hepimiz taşın altına elimiz koyalım. Taşın altına elimizi koyduğumuz an, yüreklerin kabına sığmadığı, emeğin ve alın terinin hâkim olduğu gün olacaktır. İnsan merkezli bir yaşamın tam ortası, özgür bir dünyanın merkezi bizi bekliyor. Bu bekleyiş emeğin ve alın terinin istismar edilmediği bir dünya hayalinin dışa vurumudur. Birlikte yaşama kültürünün ve toplumsal barışın hâkim olduğu bir coğrafyanın adıdır. Bu, özgür, bağımsız ve adil bir Türkiye’dir.
Saygılarımla.