Hayatın bir organizasyondan ibaret olduğunu düşünüyorum. Yaşamını devam ettirmek isteyen bir birey kendi organizasyonunu yine kendi imkânları doğrultusunda yapar veya da başkalarından yardım alır. Eğer kendi becerileri yaşam organizasyonunu yapacak düzeyde ise başkalarına ihtiyaç duymadan bütün planlarını yaparak organizasyonunu gerçekleştirir. Bunun içinde çok fazla bir masraf yapmaz. Eğer kendi becerileri bu organizasyonu yapacak düzeyde değil ise çevresinden yardım alarak ta bir organizasyon gerçekleştirir. Bunu da yapamazsa, profesyonel destek alarak bir organizasyon firması veya danışmanlık firması ile anlaşarak finansal gücü ile hedeflediği organizasyonu yerine getirir. Amatör veya profesyonel yapılan işin sonucunda ise ya bir başarı ya da başarısızlık ortaya çıkar. Netice de organizasyonu yapan kişinin tercihi hangi yönde ise bunun çıktılarına da katlanmak zorunda kalır.
Kendi yaşam organizasyonunu yapamayan veya yaptırmaktan aciz bireyler hiçbir zaman ne bir ekip kurabilirler ne de bir ekibin parçası da olabilirler. Takım kuramayan ve bir takımın üyesi olamayan kişiler ise kendilerini ait hissedebilecekleri bir mecra bulamazlar. Kendi mecrasını oluşturamayan ve bir mecra bulamayanlar ise sıradan bir hayatı yaşamaya mahkûm olurlar. Bu mahkûmiyet ise insanı özgür kılmaz. Saygın kılmaz. Kendi içinde yalnızlaştırır. Sıradanlaştırarak sağa sola savurur. Bu savruluş ise bir müddet sonra insanı fiziki olarak yok etmese bile psikolojik olarak çökertir, ruhen yok eder.
Takım kurmak veya takımın parçası olmak demek bir özgüven meselesidir. Var olma ve varlığı ifade etme meselesidir. Bulunduğu veya bulunacağı konumu hakkıyla temsil etmek için duruşunu belli etmenin, sözünü ve eylemini ortaya koymanın adıdır.
Takım kurmak, kurulmuş bir takıma dahil olmak veya da olamamak. Bu her ne kadar dış faktörlerle oluşan bir durum olsa da asıl mesele bireyin ke ndi çaba ve gayreti neticesinde elde edebileceği veya edemeyeceği bir durumdur. Yaşam organizasyonumuz bir şekilde devam ettiğine göre bize düşen görev mutlaka bir sürece dahil olmak, görev almak, karar organlarında bulunmak ve yöneten olmaktır. Kendimizi nerede konumlandırmak istiyorsak mutlaka orada olmamız gerekir. Aksi halde bizleri garnitür bile yapmayacaklarını bilmeliyiz. Dolgu malzemesi olmak istemiyorsak kendimizi çok iyi yetiştirmek ve geliştirmek zorundayız.
Siyaset, ticaret, sivil toplum gibi sosyal ve ekonomik alanlarda aktif görevlerimiz var ise bu görevlerimizi en iyi bir şekilde yerine getirmek zorundayız. İster bu görevleri kendimiz oluşturalım, ister demokratik olarak bir seçimle göreve getirilmiş olalım, ister bir atama yolu ile görevlendirelim fark etmez. En iyisini en güzelini en doğrusunu yapma sorumluluğu ve zorunluluğumuz olduğunu düşünüyorum.
Belli bir misyonu olan, idealize ettiği bir dünya görüşü olan ve bu uğurda mücadele etmeyi bir yaşam tarzına dönüştüren bireylerin sayısının her geçen gün azaldığına şahit oluyoruz. İçinde yaşadığımız coğrafyada olan bitenleri gözlemleyip analiz etmeye çalıştığımda ise her şeyin süt liman olmadığını net bir şekilde görebiliyorum. Hem kendi ülkemiz hem de yakın bölgemizde yaşanan sosyal ve ekonomik sıkıntılar, savaşlar ve insani dramlar karşısında sakin ve sessiz kalmak ise hepimizin vicdanını yaralıyor.
Ülkemizi ve yakın coğrafyaları yönetenlere karşı bir şeylerin yanlış gittiğini ifade etmenin ve sesimizi yükseltmenin gerekli olduğunu, her zaman ki söyleyişin ötesinde daha gür bir sesle söylemenin önemli olduğunu düşünüyorum. Anadolu’nun küçük bir şehrinde yaşıyor olmak söylenecek sözü basitleştirmez ve değersiz kılmaz. Bu şehirde yaşıyor olmanın dezavantaj olmadığını ve taşradan bakmanın yeri geldiğinde avantaj olduğunu düşünüyorum.
Bizler yaşadığımız hayatın, nefes aldığımız mekânın, temas halinde olduğumuz cemiyetin aktörleriyiz. Bir organizasyonun garnitürü ve dolgu malzemesi değiliz. Kendi yaşam organizasyonumuzu oluşturacak ve yönetecek yeteneklerimiz var. Düşüncelerimizi özgürce ifade ettiğimiz mecralarımız var. Bütün mesele takımda olmak ya da olmamak. Böyle biline.
Saygılarımla.