Şairler vardır ülkeme dair aşkı, güzeli, seni, beni, vatanımı anlatır.
Şairler vardır memleketime dair, yardan geçen yara şiirlerine dökülür. Kalbimizi şiirleriyle yıkarken dinmeyen dertlerimizi mısralarında saklar.
Vatanıma dair şairler vardır; bazıları ölümüyle, bazıları yaşamıyla 'hak' davasının neferidir.
Bazı şairler de vardır ki şairin, şiirin yüce görevini hatırlatır bizlere. Anadolu' nun ruhu olan o şairlerle temas çok önemlidir.
Edebi dizilerin zirvesine oturup, ülkeyi biraz olsun şiir inşirahına uçuran, şiirleri duvarlara yazacak kadar ezberleten ''Yedi Güzel Adam'' dizisi sayesinde, yeni kitlelerce tanınma fırsatını yakalamış, genç nesil tarafından sevilmiş, Anadolu 'nun gür sesli yüreği Adil Erdem Bayazıt' tan bahsediyorum. Yedi imanlı yürekten, yedi ateş parçası adamdan, yedi adanmış gönülden biriydi. Biri anılınca hepsi akla gelen, fikir ve şiir yoldaşlığından oluşan en güzel dostluktu onlarınki…
Hayatı şiir, şiiri de davası olan, Erdem Bayazıt'ı önceden daha teferruatlı tanıyamamanın üzüntüsü içerisinde olanlara ve gelecek nesillere büyüklerimizi tanıtmak amacıyla onu anlatmak lazım diye düşünüyorum.
Genç nesle kimliği ve duruşu açısından ciddi örnek teşkil eden, Erdem Bayazıt, Kahramanmaraş'ta 1939'da Maraş'ta doğdu. İlkokul ve lise öğrenimini burada tamamladı.
Daha öğrencilik yıllarında şiir yazmaya başlayan Bayazıt, edebiyat hayatına okul arkadaşları yazar Rasim ve Alaeddin Özdenören kardeşler, merhum Cahit Zarifoğlu, Mehmet Akif İnan'la birlikte 1958'de Kahramanmaraş'ta yayınlanan ''Hamle'' adlı kültür dergisini çıkararak girdi.
Yüksek öğrenimine 1959 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde başlayan Bayazıt, burada Büyük Doğunun büyük dava adamı Necip Fazıl Kısakürek ve Sezai Karakoç gibi edebiyat ustaları ile tanışarak, şiire olan ilgisini devam ettirdi.
İki yıl k d r öğrenimine bu üniversitede dev m ettikten sonr , geçim zorluğu yüzünden 1961'de okula devam mecburiyeti olmayan Ankara Hukuk Fakültesine kaydını aldırarak askere gitti. Askerliğini yedek subay öğretmen olarak yaptı.
Askerden döndüğünde tahsil hayatında büyük değişiklik yaparak, hukuk fakültesinde başladığı tahsil hayatına, Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde devam etti.
1971 yılında buradan mezun olan Bayazıt, Kahramanmaraş Lisesinde edebiyat öğretmeni olarak görevine başladı.
Öğretmenlikten sonra Kahramanmaraş İl Halk Kütüphanesi Müdürü olan şair; sırası ile İstanbul Türk Musikisi Devlet Konservatuarı Genel Sekreterliği, Milli Eğitim Bakanlığı Basın Bürosu Memurluğu, Miili Kütüphane Süreli Yayınlar Şube Müdür Yardımcılığı görevlerini yürüttü. Sanayi Bakanlığı İnsan Gücü Eğitim Daire Başkan Yardımcılığı görevini yürütürken istifa etti ve kurucusu olduğu Akabe Yayınları ile Mavera Dergisinin yönetimini üstlendi.
Bayazıt, 1970'li yıllarda ise ''Büyük Doğu'', ''Diriliş'' ve ''Edebiyat'' gibi dergilerde yazılar kaleme alan, Kahramanmaraş'tan ''Hamle'' dergisini birlikte çıkardığı arkadaşları Ersin Gürdoğan, Mehmet Akif İnan, Aleaddin ve Rasim Özdenören kardeşler, Cahit Zarifoğlu ile Hasan Seyithanoğlu'ndan oluşan yedi kişilik ekiple ''Mavera'' dergisini okuyucuyla buluşturdu.
Mavera ( kelime anlamı, görülen alemin ötesi, öte ) dergisi kanaatimce bu yedi güzel ve idealist gencin her türlü imkansızlıklara rağmen, birbirlerini severek ve destekleyerek nasıl başarılı olduğunun kanıtı; şiir, aşk, adanmışlık, inanç, aksiyon, dava, ideoloji, tasavvuf ve hikmet dolu bir mücadelenin göstergesidir. Hem kendi kuşaklarının yetişmesinde hem de daha sonraki kuşakların yetişmesinde büyük emekleri olduğu bir muhakkaktır.
''Mavera, bir yaşama biçimi halinde öz uygarlığımızı yeniden yürürlüğe koyma davasını güdenlerin, edebiyat alanındaki bir buluşma yeridir.'' duyurusuyla yayın hayatına başlayan dergi, Türk düşünce yapısında önemli çığır açarak, yepyeni bir ekol oluşturmuştu.
Zarifoğlu'nun zarif dostu olan, yıllarca Mavera dergisinde şiirleriyle kendine sevdiren Mavera'nın bu güzel insanı, vefatından önce yapmış olduğu bir mülakatta, Mavera'yı ''çok bereketli'' bir dergi olarak nitelemişti.
Yazarları arasında bugünün önemli isimlerinin yer aldığını ifade eden Bayazıt, o döneme ilişkin görüşlerini şöyle dile getirmişti:
''O dönemde çok ayrım yapıyorlardı. Sağcı olduğun zaman sizden bahsetmiyorlardı, yokmuş gibi farz ediyorlardı. Ancak biz çıkardığımız bu dergiyle, bu ülkede bizlerin de edebiyatta ve şiirde var olduğumuzu gösterdik.''
1984 yılında Akabe şirketi İstanbul'a taşınma kararı aldığından, Bayazıt görevini devrederek yeniden memurluğa döndü. Devlet Planlama Teşkilatında sözleşmeli olarak vazifeye başladı. Daha sonra bu vazifeyi de bıraktı. 1987 yılında Kahramanmaraş'tan milletvekili adayı oldu. Anavatan Partisi'nden aday olan Erdem Bayazıt Kahramanmaraş Milletvekili olarak meclise gönderildi. Burada TBMM'nin 18. Dönem çalışmalarında Milli Eğitim ve Çevre komisyonlarında görev aldı.
Evli ve dört çocuk babası olan Bayazıt, 1991 seçimlerinde adaylığını koymadı, İstanbul'a yerleşti. Temmuz 2008' de İstanbul'da muteber edebiyatçı addedilir olduğu edebiyat aleminden, ebedî aleme göç etti.
O, sebebi olan bütün şiirlerin sahibine doğru yürürken bize de şahsı gibi asil olan şiirleri kaldı.
Bir neslin ağabeyi olan Bayazıt, yaşamanın İslamcasını anlattı. Müslümandı, Osmanlıydı, beyefendiydi, naif bir yaşam çizgisi olan, mütevazi, ölçülü ve babacan bir yürekti.
Erdem Bayazıt'ın gözüyle anlatılan ''Yedi Güzel Adam '' dizisinde, hayatını canlandıran Uraz Kaygılaroğlu onun için şöyle demişti:
'Kahramanmaraş'ta herhangi birini çevirip 'Nasıl biriydi ' diye sorduğunuzda 'Erdem Bayazıt çok kibardı, tok bir sesi vardı, ağır ağır konuşurdu, insanların gözünün içine gülerek bakardı, çocukları yetiştirmek için elinden gelini yapardı, kızmayan bir insandı' diyorlar. Onun için şiirle haksızlıklara cevap veren adam diyebilirim. '
Eskiyle yeninin harmanlandığı ama ziyadesiyle yeninin ağır bastığı bir terkipten olan şiirleri: ''Sebeb Ey, Risaleler ve Şiirler '' adıyla üç kitap halinde yayınlanmıştır.
Hacimce fazla olmayan ama içeriği bakımından oldukça kıymetli kitaplardır bunlar. Her ne kadar kendisi : ''Şiir diye bir ömür tüketerek yazdıklarım iki saatte okunuyor. Dese de şiirlerini bir kez okumaya başladınız mı sizi yakalar, sarıp sarmalar ve bırakmaz bir daha.
Şairin ''İpek Yolundan Afganistan'a adlı (1981'de İran, Pakistan, Afganistan ve Hindistan'ı içeren iki aylık gezi ile ilgili izlenimlerinden oluşan ) bir kitabı da bulunmaktadır.
Mısralarında kendimizi, ülkemizi, insanlığımızı bulduğumuz Erdem Bayazıt'ın şiirleri, buram buram Anadolu, doğallık kokar. Bu toprağı ve insanını yalın, sıcak ve samimi bir dille anlatır. Kalemi usta, şiirleri akan ırmak kadar duru ve erdemli bir yaşamın sahici şiirleridir onlar.
Şiirlerinde niye yaşadığımıza dair ipuçları verir.
Son dönemin en değerli şairlerinden olan Bayazıt'ın şiirleri, tok, kavgacı, destana yatkın bir üslûpta söylenmiş, ayrıca ince duyarlılıklar işlenmiştir. İslami ton bir 'leit-motiv' halinde bütün şiirlerine yayılmıştır.
Ölüm kavramı Türk şiirinde en baş köşede olan temalardan biridir. Hak ve edep ehli büyük şairin şiirlerinde de önemli imgelerinden birisi de budur. Ölümü neredeyse bütün boyutlarıyla şiirinde işlemiştir diyebiliriz. Yaşadığı dönemde ülkemizin ve dünyanın birçok ölümüne tanıklık eden şairin, tasavvufi anlayışı da göz ardı etmezsek ölüm üzerine düşünmesi ve yazması kadar doğal bir şey olamaz.
''Ölüm ki sonsuza açılan bir kapıydı, hiç unutmadım''
''Bazen akan bir film şeridinin
Tek kare donan bir fotoğrafı gibidir''
Dediği ölümün, gözlerinin içine bakan koca bir şairdi o.
''Ölümden bir işaret var her şeyde / ölümün sesini duyuyorum şarkılarda türkülerde' demişti ve sonunda ölümün sesini de duyurdu.
''Ölüm Risalesi'' beni en çok etkileyen şiirlerden biridir şüphesiz. Şair şiirin ikinci bölümünde 'az az öldüğünün' her an farkında olduğunu söyler.
''Ölümle tanıştıktan sonra anladım
Sadece bir kimlik belgesi olduğunu yaşamanın''
Kendi ölümünü yazan başka bir şair var mıdır bilmem ama Erdem Bayazıt, ''Kendi ölümüme ait bir deneme '' adlı şiirinde kendi ölümünü daha ölmeden yazmıştır, ayrılığın acısını kalbinde yaşatmıştır.
''Bir gün öleceğim biliyorum
Bunu her an ölür gibi biliyorum
………
Biliyorum yaklaşıyoruz her an
Biliyorum oruçlu doğar insan
Ölümün iftar sofrasına.''
Ölümün güzellikleri, ortak ve değişik yönleri ancak bu kadar edebi bir dille anlatılabilirdi.
Sadece ölüm temalı şiirler yazdığını söylersek bu anlayış Erdem Bayazıt'ı incitecek bir davranış olur. Birçok temayı başarıyla işleyen, özgür bir şiir dili yakalayan usta şairlerimizden biridir.
Üstadın her şiiri ayrı değerli de kaçıncı defa okuduğumu bilmediğim, her okuyuşumda beni ve yüreğimi Anadolu bozkırlarına ve vatanımın her karış toprağına alıp götüren, gönlümü ve ruhumu fetheden müthiş bir şiiri var. Kendisinin de bizzat okuduğu ve Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan tarafından da seslendirilen ''Sana, Bana, Vatanıma, Ülkemin İnsanlarına Dair'' adlı şiirin, her bir kıtasında yurdumun ayrı bir fotoğrafı çekilmiş gibidir.
Bu şiirin sadece bazı bölümlerini alabilirdim ama bunu yapamadım. Vatan sevdası ağır bastığı için olsa gerek.
Sana, Bana, Vatanıma, Ülkemin İnsanlarına Dair
``Telgrafın tellerini kurşunlamalı''
Öyle değildi bu türkü bilirim
Bir de içime
-Her istasyonda duran sonra tekrar yürüyen-
Bir posta katarı gibi simsiyah dumanlar dökerek
Bazan gelmesi beklenen bazan ansızın çıkagelen
Haberler bilirim mektuplar bilirim.
Gamdan dağlar kurmalıyım
Kayaları kelimeler olan
Kırk ikindi saymalıyım
Kırk gün hüzün boşaltan omuzlarıma saçlarıma
Saçlarının akışını anar anmaz omuzlarından
Baştan ayağa ıslanmalıyım
Gam dağlarına çıkıp naralar atmalıyım.
İçimde kaynayan bir mahşer var
Bu mahşer birde annelerinin kalbinde kaynar
Çünkü onlar yün örerken pencere önlerinde
Ya da çamaşır sererken bahçelerinde
Birden alıverirler kara haberini
Okul dönüşü bir trafik kazasında
Can veren oğullarının.
Bir de gencecik aşıkların yüreklerini bilirim
Bir dolmuşta yorgun şoförler için bestelenmiş
Bir şarkıdan bir kelime düşüverince içlerine
Karanlık sokaklarına dalarak şehirlerin
Beton apartmanların sağır duvarlarını yumruklayan
Ya da melal denizi parkların ıssız yerlerinde
Örneğin Hint Okyanusu gibi derin
İsyanın kapkara sularına dalan.
Nice akşamlar bilirim ki
Karanlığını
Bir millet hastanesinde
Dokuz kişilik kadınlar koğuşu koridorunda
Başını kalorifer borularına gömmüş
Beyaz giysilerinden uykular dökülen tabiplerden
Haber sormaya korkan
Genç kızların yüreğinden almıştır.
Bir de baharlar bilirim
Apartman odalarında büyüyen çocukların bilmediği bilemeyeceği
Anadolu bozkırlarında
İstanbul'dan çıkıp Diyarbekir'e doğru
Tekerleri yamalı asfaltları bir ağustos susuzluğu ile içen
Cesur otobüs pencerelerinden
Bilinçsiz bir baş kayması ile görülen
Evrensel kadınların iki büklüm çapa yaptıkları tarla kenarlarında
Çıplak ayakları yumuşak topraklara batmış ırgat çocuklarının
Bir ellerinde bayat bir ekmeği kemirirken
Diğer ellerinde sarkan yemyeşil bir soğanla gelen.
Yazlar bilirim memleketime özgü
Yiğit köy delikanlılarının
İncir çekirdeği meselelerle birbirlerini kurşunladıkları
Birinin ölü dudaklarından sızan kan daha kurumadan
Üstüne cehennem güneşlerde göğermiş mor sinekler konup kalkan
Diğeri kan ter içinde yayla yollarında
Mavzerinin demirini alnına dayamış
Yüreği susuzluktan bunalan
İçinden mahpushane çeşmeleri akan
Ansızın parlayan keklikleri jandarma baskını sanıp
Apansız silahına davranan
Nice delikanlıların figüranlık yaptığı
Yazlar bilirim memleketime özgü
Güzler bilirim ülkeme dair
Karşılıksız kalmış bir sevda gibi gelir
Kalakalmış bir kıyıda melül ve tenha
Kalbim gibi
Kaybolmuş daracık ceplerinde elleri
Titreyen kenar mahalle çocukları
Bir sıcak somun için, yalın kat bir don için
Dökülürler bulvarlara yapraklar gibi.
Kadınlar bilirim ülkeme ait
Yürekleri Akdeniz gibi geniş, soluğu Afrika gibi sıcak
Göğüsleri Çukurova gibi münbit
Dağ gibi otururlar evlerinde
Limanlar gemileri nasıl beklerse
Öyle beklerler erkeklerini
Yaslandın mı çınar gibidir onlar sardın mı umut gibi.
İsyan şiirleri bilirim sonra
Kelimeler ki tank gibi geçer adamın yüreğinden
Harfler harp düzeni almıştır mısralarında
Kimi bir vurguncuyu gece rüyasında yakalamıştır
Kimi bir soygun sofrasında ışıklı sofralarda
Hırsızın gırtlağına tıkanmıştır.
Müslüman yürekler bilirim daha
Kızdı mı cehennem kesilir sevdi mi cennet
Eller bilirim haşin hoyrat mert
Alınlar görmüşüm ki vatanımın coğrafyasıdır
Her kırışığı sorulacak bir hesabı
Her çizgisi tarihten bir yaprağı anlatır.
Bütün bunların üstüne
Hepsinin üstüne sevda sözleri söylemeliyim
Vatanım milletim tüm insanlar kardeşlerim
Sonra sen gelmelisin dilimin ucuna adın gelmeli
Adın kurtuluştur ama söylememeliyim
Can kuşum, umudum, canım sevgilim.
Sırasıyla yazacak olursak eğer; gelmesi beklenen mektupları, şehit analarını, genç aşıkları, hastayı bekleyen yakını, apartman çocuklarının bilemeyeceği yazı, bozkır çocuklarını, katil olanları ve olmak zorunda kalanları, erkeği bekleyen kadını, Anadolu kadınının hayatla mücadelesini, isyanı, Müslümanı, yazı, güzü, memleket havalarını ama ille de aşkı, sevdayı…
Bu memleketin insanını bir şiirde nasıl anlatır bir kalem Ve nasıl bu kadar güzel betimlenir bir vatan Daha nasıl anlatılabilir bir ülke
Söz konusu Erdem Bayazıt ise anlatır. Sevdası yazdırır, yüreği söyletir çünkü.
Artık ben de bütün bunların üstüne, hepsinin üstüne başka söz söylememeliyim.
''Ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm
Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm''
Diyerek ölümsüzlüğü tadan, bize ötelerden ölümsüz sesler taşıyan, memleketimin güzel insanı ve şairi; o yüzündeki mütebessim ifade ve kasketli fotoğrafın gözümün önünden hiç gitmeyecek.
Şairler şiirlerini bırakırlar ama yüreklerinin yarısını da bırakıp giderler. ''Şiirde de hikmetler vardır' hadisi şerifince hikmet dolu şiirlerin daima kalbimize dokunacak ve sesin gelecek çağlarda her daim yankılanacaktır.
Çünkü her şiir şairinden daha uzun yaşar.