Toplumun gelişmişlik seviyesi yalnızca ekonomik verilerle ya da teknolojik ilerlemelerle değil, aynı zamanda farklı inançlara, kimliklere ve düşüncelere olan saygı düzeyiyle ölçülür. Bugünün dünyasında ifade özgürlüğü, demokrasinin temel dayanaklarından biri olarak öne çıkarken, bu özgürlüğün nerede başlayıp nerede bittiği hâlâ hararetli bir tartışma konusu olmayı sürdürüyor.

Son günlerde kamuoyunda geniş yankı uyandıran bir olay, bu tartışmaları yeniden alevlendirdi. Mizah dergisi Leman’da yayımlanan bir karikatür, birçok kesim tarafından dini değerlere açık bir hakaret olarak yorumlandı. Bu çizimin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği sorusu ise hâlâ yanıt bekliyor.

Ancak burada yanıtlamamız gereken daha büyük bir soru var: Özgürlük, kutsala dokunma hakkı mıdır? İfade özgürlüğü, bireyin kendi düşüncelerini korkusuzca dile getirme hakkıdır. Ancak bu hak, bir başka bireyin manevi değerlerini aşağılamak ya da alaya almak anlamına gelmez. Zira özgürlük, sorumlulukla birlikte anlam kazanır.

Bir toplumda, kutsal sayılan değerlere yönelik alaycı ya da aşağılayıcı yaklaşımlar, sadece bireyleri değil, toplumsal huzuru da derinden yaralayabilir. Mizah, elbette ki toplumun aynasıdır. Güldürürken düşündürmek, eleştirirken sorgulatmak gibi önemli işlevleri vardır. Ancak mizahın da ahlaki bir çerçevesi olmalı; bu çerçeve toplumun ortak hassasiyetlerine çarpınca kırılmamalı.

Dini değerler, milyonlarca insanın günlük hayatını şekillendiren, kimliklerinin ayrılmaz parçası olan manevi sütunlardır. Bunlara yapılacak bilinçli ya da bilinçsiz saldırılar, sadece bireysel haklarla değil, toplumsal etikle de çatışır. İfade özgürlüğü uğruna başkalarının inançlarını yok saymak, bir çelişki doğurur: Özgürlüğü savunurken, başkasının özgürlüğünü ihlal etmek. Dini değerler yalnızca bireyin iç dünyasına ait değil, aynı zamanda kamusal alanda da bir aidiyet duygusu yaratır. Bu nedenle, inançlara hakaret etmek sadece bireye değil, o inancın etrafında şekillenen tüm bir toplumsal yapıya karşı da bir saygısızlık olarak algılanır.

Bugün birçok demokratik ülkede ifade özgürlüğü, belirli sınırlamalarla birlikte tanımlanır. Bu sınırlamalar genellikle nefret söylemi, şiddet çağrısı ya da kişilik haklarının ihlaliyle sınırlı değildir; aynı zamanda dini değerlere saldırı teşkil eden içeriklere de belirli etik ilkeler dahilinde müdahale edilir. Çünkü özgürlük, başkasının hak ve hürriyet alanına zarar verdiğinde artık özgürlük değil, tahakküme dönüşür.

Bir mizah dergisi ya da sanat eseri, toplumda yankı uyandıracak işler üretebilir. Ancak etki yaratmak ile kışkırtmak arasında ince bir çizgi vardır. Dini değerleri aşağılama pahasına gündeme gelmeyi hedefleyen yayınlar, ne yazık ki ifade özgürlüğünü bir kalkan gibi kullanarak vicdani sorumluluklardan sıyrılmaya çalışıyor.

Toplumu oluşturan bireylerin vicdanlarında derin izler bırakan bu tür içerikler, uzun vadede kutuplaşmaya, tahammülsüzlüğe ve ayrışmaya yol açar. Oysa bir arada yaşamanın en temel koşulu, farklılıkları kabullenmek ve her bireyin “kutsalına saygı göstermektir. Elbette ifade özgürlüğü savunulmalı, düşünce özgürlüğü her koşulda korunmalıdır. Fakat bu özgürlük, başka bir bireyin inancına yönelik hakareti meşrulaştırmamalıdır. Kutsal olanla dalga geçmek kolaydır; asıl meziyet, farklı olanı anlayabilmekte, hassasiyet gösterilmesi gereken yerde incelikle durabilmektedir.

Bu yüzden özgürlüğün anlamı, yalnızca “istediğini söyleyebilmekte” değil; aynı zamanda “söyleyeceğini nasıl ve ne zaman söyleyeceğini bilebilmekte” gizlidir.