"...Kastamonu’da yaşadığım dehşet verici ikinci hadise, camilerin satılması oldu.
1930’lu yıllarda şehrimizde 44 camimiz vardı.
Devrin Valisi, bu camilerden 33’ünü satışa çıkardı. Satışı istenen camiler arasında, bizim Yılanlı Camimiz de vardı.
Belki 300 sene önce, benim dedelerim hayır için yaptırmışlar ve halkın ibadetine cami olarak vakfetmişlerdi.
Şimdi bir yetkili geliyor, sanki babasının tapulu malıymış gibi, satışa çıkarıyordu, iyi mi
Biz kendi camimizi devletten, o zamanın parasıyla beş bin liraya yeniden satın aldık ve yine cami olarak halkın ibadetine açık tuttuk.
Satılan 33 camiden, bugün sadece 3 tanesi ayaktadır.
Diyeceksiniz ki öteki camiler ne oldu
Onlardan 30 yeni sahipleri tarafından yıkıldılar. Yerlerine ya ev yapıldı ya dükkân ya bahçe!
Şimdi burada belirteceğim önemli bir husus var!
Ben, ömrüm boyunca, çeşitli tecellilere şahit oldum. Ama şunu gördüm ki; O 30 camiyi o gün satın alarak yıktıranların hepsi de perişan oldular.
Vallahi billahi onlardan kimisi iflas etti. Kimisi, amansız hastalıkların pençesinde inleye inleye öldü. Kimisi zürriyetsiz kaldı. Zamanla dilenenleri bile gördüm.
Kimisi de paraya pula rağmen huzurunu kaybetti. Bir lokma ekmeği, ağız tadıyla yiyemedi.
O yıllarda halk, korkusundan Cuma namazlarına bile gelemiyordu.
Ben, bizim Yılanlı Camimizde müezzinlik yapıyordum.
Camimizin bir de imamı vardı. Vakit namazların genellikle ikimiz kılardık. Ama Cuma namazı için en az 3 kişi olmak lazım!
Kapının önüne çıkıp gelene gidene yalvarıyordum. “Yahu biriniz Allah rızası için gelin de cemaat olup Cuma namazını kılalım!” diyordum.
Halk ürküyor, başına bir şey gelmesinden korkuyor, Cuma’ya bile olsun gelmiyordu..."
(Yavuz Bülent BAKİLER'in Kastamonu derlemelerinden İktibas edilmiştir.)