"... O vakitler paramız yoktu belki, makam, mevki sahibi insanımız da azdı... Ama bir kalbimiz vardı. Bir ruhumuz vardı. Ya, devamlı su basan bodrum katlarında, ya da damlayan çatı katlarında toplanırdık. Ben Hz. Fatıma’dan bahsederken kırık pencereden içeri kar yağardı.

Video büyük lükstü, her yerde olmazdı. Bazen Çağrı filmini seyreder, Timurtaş Hoca’nın kasetlerini ve Şevki Yılmaz Hoca’nın videolarını seyrederdik.

Tayyip Erdoğan, tüm sokakların ‘abi’si ve umuduydu, gençlere çok vakit ayırır, hatta evinde iftar sofraları açardı.

Erbakan Hoca televizyona her çıktığında çıt çıkartmadan dinlerdik Hocamızı... “Tam Bağımsız Türkiye, Bağımsız Ağır Sanayi, Önce Ahlak ve Maneviyat, Refah gelecek zulüm bitecek, Tamam inşallah”... Bu büyük rüyaları, ilkin o tertemiz insanlar gördüler. İnandılar.

Bir kar tanesinden bir kartopu, bir kartopundan bir çığ ürettiler... Her şey işte o ilk yağışla başlamıştı.

Bosna için cep harçlıklarını biriktiren İmam Hatiplilerden, küpelerini bağışlayan hanımlardan, çeyizinden vazgeçen kızların arasından geçip de geldik bugünlere...

Vefat eden anasını defnedip teşkilat toplantısına koşan kardeşlerim oldu benim... Seçim günü düşük yaptığı halde sandığın başını bırakmayan yoldaşlarım oldu.

İnandığınızda güzelleşir dünya. Çile çekmek bugünlerde zannedildiği gibi karamsar bir konu değildir. Çile çeken buna taliptir çünkü ve talibin rıza dolu gönlü, ateşi gül edecek simyaya sahiptir. O verilen emeklerden kimse pişman değil, hayatlarını birer menkıbeye çeviren o dava aşkıyla kime sorsanız ancak iftihar eder...

Bugün büyük bir unutkanlık, red-i miras ve hafıza kaybıyla karşı karşıyayız. Oysa bugünün tüm konumları, işte o dünkü karşılıksız emeklerin sonucudur.

Eski mücahitler, bugünün makam ve mevki sahiplerinin kapılarını çalmazlar ya, velev ki çalacak olsalar bile; korumalarını, sekreterlerini, yönetici asistanlarını aşabilene aşk olsun...

Kibir, nobranlık, dünsüzlük ve yarınsızlık, almış başını gidiyor..."

 

(Sibel ERASLAN)