"...El yazması eserlerimiz, kitaplarımız yakıldıktan, camilerimiz satıldıktan sonra sıra kıymetli halılara ve antika eşyalara gelmişti.
Ah! ah!... Size hangi birini anlatayım beyefendi
Musa Fakih Camiinin çok güzel, çok nadide ve çok büyük bir halısı vardı.
Bütün Kastamonu, o halının vakti zamanında beş yüz altına alındığını bilirdi. İşte o güzelim halıyı bir gün, camiden alıp Vali’nin makam odasına serdiler.
İtiraz etmek, ses çıkarmak kimin haddine düşmüş.
Halı, bir süre Valinin ayakları altında kaldı. Sonra bir gün nasıl olduysa o nadide halının, vilayet konağından, hem de Valinin makam odasından çalınıp gittiğini söylediler.
70-80 metrekare büyüklüğünde bir halıyı kimler dürebilir, kaç kişi omuzlayabilir ve sonra hiç kimseye görünmeden vilayet konağından nasıl sıvışıp gidebilirler...
Hiç kimse, o halının, bir gece yarısı, nasıl kanatlanıp uçtuğunu öğrenemedi!
Hiç kimse, o modern hırsızlık üzerine yürümek cesareti gösteremedi.
Kastamonu halkı “Bizim o antika halımız ne oldu ” bile diyemedi.
Zamanın Kastamonu Valisi de o müthiş hırsızlık üzerinde hiç durmadı.
Sanki odasından, eski, günü geçmiş bir gazete parçası alınıp götürülmüş gibi bir tavır takındı. Polisler, eskici pazarlarında bir-iki dükkâna şöyle bir girip çıktılar. Sonra onlar da işin peşini bıraktılar. Halının nerede, kimin evinde dürülü kaldığını çok iyi bildikleri halde, oralara yanaşamadılar.
Hatta çalınan halının çok yakınlarında nöbet tuttular. Hırsızlığa göz yumdular.
Ah biz ne günler yaşadık Beyefendi!
Rabbim, milletimize ve devletimize o karanlık günleri bir daha göstermesin!”
(Yavuz Bülent BAKİLER'in Kastamonu derlemelerinden iktibas edilmiştir.)