Ortaokul ve lise yıllarım;

Sıkı Atatürkçü ve devrimci bir zihniyete sahibim.

Çok okuyorum.

Öğretmenlerim benim sağlam bir komünist olacağıma garanti gözüyle baktıkları için sürekli kendi kütüphanelerinde ki Lenin, Hitler, Mao, Mussolini'nin kitaplarını hediye ediyorlar.

(Kıyaslama yapmam için)

Durmadan tarih okuyorum.

İslamcıların yerinin tek Arabistan olduğunu ve dünyayı sadece sosyalizmin kurtaracağına inanıyorum.

Kimsenin yaşam şekline karışılmayacağı bir ülke hayal ediyordum.

Sonra birden, ansızın hayattaki en önemli şeyi öğreniyorum.

Oysa hazır değilim henüz bu yükü kaldırmaya.

Sağlığın en kıymetli şey olduğunu ve bütün ideolojilerin sağlık söz konusu olunca yok olduğunu öğreniyorum.

Sene 1995 ve annem ağır bir hastalığa yakalanıyor. Ameliyat olması gerekli.

Babam hastanelerden sıra almak için günlerce uğraşıyor ama bir yıl sonrasına sıra veriyorlar. Okuldan eve hep korkarak geliyorum.

"Ya ben okuldayken annem öldüyse!"

Bu korku beni bitiriyor. Derslerim kötüye gidiyor.

"Koca ülkede annemi ameliyat edecek hastane ve doktor nasıl olmaz " diye isyanlardayım.

Sonra babam elindeki avcundakini satarak bugünün parasıyla sıfır bir araba alacak kadar parayı temin ediyor ve doktora bıçak parası diye veriyor.

Annem iyi olacak ya, giden parayı gözümüz bile görmüyor. Hastane elimize bir liste verdi.

Eczaneden aldığımız listenin içinde onlarca serum, iğne, ilaç hatta yara bandı kutuları dahi vardı.

Bunların yarısı bile anneme kullanılmadı.

Meğerse hastanelerin ilaçlarını bizim gibi hastalar temin ediyormuş.

Hastaneden sonraki günler daha içler acısıydı.

Babam ilaç almak için gece üçte koltuğunun altına küçük bir battaniye alıyor sıraya girmek için gidiyordu. Akşam geldiğinde üç ilaçtan ikisi olmuyordu.

Diğer gün ve diğer günler hep aynı manzaraya tanık oluyordum.

Hep düşünüyordum, sosyal bir devlet anlayışı böyle mi olmalıydı

O güne kadar okuduklarımda bir yanlışlık olmalıydı. Sorgulamaya başladım.

Kabuğumu kırdım.

Tabi bu arada annemin durumu yine kötüye gitti.

Evde yalnızım, ne yapacağımı bilmiyorum.

Ambulansı aradım. Yok dediler.

Hasbelkader yine hastaneye gittik ve bir yıl önceki işkencelerin daha fazlasını yaşadık.

Annemi kaybetme korkusu ve dualar.

Rabbim ile tanışmak.

İslam’ı öğrenme günlerine geçiyorum.

Ne tarih okullarda bana öğretildiği gibi, ne de İslam bana empoze edildiği gibi...

Sıfırdan başlıyorum araştırmaya, öğrenmeye...

Üniversiteye gidiyorum.

Bu defaki hayallerim çok başka.

Tam bir mücahide bayan olarak, ülkemin gelişmesi için bende elimi taşın altına koyacağım.

Ve 28 Şubat. Bir zamanlar benimde içinde olduğum o azgın azınlığın zulüm yılları.

Başörtüsünden dolayı okuldan atılıyorum.

Zamanında "Başörtülüler Arabistan'a gitsin" diyen ben şimdi aynı şekilde imtihan oluyordum.

Bana kimsenin yaşam özgürlüğüne karışılmadığı bir ülke hayal ettirenler şimdi yaşamı ben ve benim gibilere zindan ediyordu.

"Kızlar okumalı" diyen güya o çağdaş kadın dernekleri bizi okuyacak kızdan saymıyordu.

Toplumdan dışlanıyorduk.

Kırgındım ama ülkeme hiç küsmedim.

Yıllar içinde ben, ailem çok kez hastanelik durumlar yaşadık.

Bir kaza sonucu kızımın çene kemiği kırıldı ve yüzünün yarısı içine çöktü.

Ambulans beş dakikada geldi ve yıllar öncesi adını bile söyleyemediğimiz plastik cerrahlar kızımın yüzünde hiç iz kalmayacak şekilde Allah'ın izniyle ameliyat ettiler.

Beş kuruş ödemeden evimize geldik.

Annem de, babam da kanser hastası şimdi.

Gerek ameliyatları ve gerekse sonrasındaki tedavilerde hiçbir ücret ödemiyorlar.

Babamın durumu biraz farklı. Evde sağlık hizmeti sürekli eve geliyor.

Yıllarca hastane yollarında çile çeken babam için bu durum hep duygulanmasına sebep oluyor.

Zamanında kapısından kovulduğum okullarda şimdi konferanslar veriyorum.

Artık hiçbir şeyin sloganlarla olmadığını anladım.

Şimdi bana ergenler "Sen biraz tarih oku, sosyalizmi öğren, yobaz olma!" diye güya ders verircesine mesaj atıyorlar.

Güzel çocuklarım ben onların kitaplarını yazarak bugüne geldim.

Ve ne derseniz deyin, bu ülkenin kıymetini benden iyi kimse bilemez.

Hele yeni ergenler bu konuda hiç laf etmesin.

Çünkü onlar rahatın içine doğdular.

Dışlanmadılar, kuyrukta ölüm ile yaşam mücadelesini vermediler...

Morgdan cenazelerini almak için tonla para vermediler.

Bir üst sınıftaki öğrencilerin kitaplarını alarak, onlardan fotokopi çektirip okumadılar.

Su faturasını bir ay ödeyemediler diye evlerine haciz gelmedi.

Küçük bir not; benim doğduğum köy Antalya'nın en ücra bir dağ köyü.

Yıllarca unutulmuş, yok sayılmış bir köydü.

Şimdiler de köyümün kaldırım taşlarını bile iki ayda bir boyuyorlar ve ayda bir yaşlılarının, engellilerinin saç, sakal tıraşları yapılıyor, evleri temizleniyor.

Bu benim ülkem ile gurur duyma sebebim...

Sizlerde kabuğunuzu bir kırın.

Yaşlılardan dinleyin birde bu ülkenin nereden nereye geldiğini.

Bir de öyle bakın ülkemize...

(Safiye ÇETİNKAYA)