Evlerimiz kale gibiydi bizim.

İçindekileri "Dünyanın en sağlam Ailesine" dönüştüren bir kale.

Her şeyin yeri belliydi bu kalede.

Büyük büyük gibiydi, küçük de küçük gibi.

Dağ gibi dedeler, yaşlandıkça kıymetlenen eli öpülesi nineler vardı.

Konu, komşu, akraba ve Tanrı misafirine bir tüy kadar hafif;

Arsıza, nursuza, uğursuza tunçtan idi kapısı.

Önce kalenin dışına el attılar.

Sonra içine

Muhkem kalelerden, müptezel apartmanlara göç ettik, katar katar.

Uzaklarda, dedesi-ninesi olmayan yuvalar! kurduk.

Dedeyi toruna, torunu dedeye hasret bıraktık.

Ağzımızın tadı da kaçtı, huzurumuz da…

Sıkılan ruhlarımızı teskin için, hücum ettik AVM’lere...

Ve genişlemek dar attık kendimizi sokaklara.

Annelik yetmedi kadınlarımıza.

"Bir işe yaramak" için onlar da çalışmalıydılar.

Bir de (Ne demekse) kendi ayakları üstünde durmaları gerekiyordu.

Anneler doldurdu fabrikaları, binaları, plazaları...

Daha kapıdan girerken verildi "iş kadını" ya da "çalışan kadın" payeleri.

Çocuklarımızın ayak bağı olmaya başladığını keşfettik sonradan. Yavrularımızı "Zulalayacak" yerler aradı gözlerimiz.

Her köşeye bir kreş, her okula bir ana sınıfı açmayı keşfettiğimizde rahatlamıştı, suçluluğunu baskılayan ruhlarımız.

Gece karanlığında yollara koyulmak, tıkış tıkış vasıtalarda ite kaka yer bulmak, yürüyeni geçmek, koşanı aşmak gerekiyordu...

İnsanlar hiç tanımadıklarına "en yakın" oluyorlardı mecburen...

Hızlı tempo, ağır iş!

Yuvasına yorgun argın dönen anneler, mecalsiz babalar, ana - babaya hasret çocuklarımız oldu milyonlarca...

Evet şeklen bir aile idik hala!

Ama

"Bizim" olan kalelerimiz yerini, "hissedarlı" binalara,

Yuvalar yatakhanelere, aile ise aynı evin "Paylaşanlara" terk etmişti çoktan.

Aynı salonda oturan ama birbirinden fersah fersah uzak insanlara dönmüştük.

Birisi çıkıp sormadı bize.

Kaç liraya alabiliriz bir yuvanın saadetini

Kaç paraya tahvil edebiliriz huzur, güven ve mutluluğu

Ve

Bir annenin yerini kaç bin bakıcı tutabilir veya

Bir lahza alabilir misiniz, en pahalı markalarda "Anne" kokusunu