Hepimiz çocukluk döneminde yaz tatillerini iple çekerdik. Bir an önce okulların tatil olmasını isterdik. Yazın sıcağını, güneşini ve coşkusunu özlem içinde beklerdik. Arkadaşlarımdan bazıları bir başka şehre gitme, yeni yerler görme ve denize girme hayali kurardı. Bazı arkadaşlarımızda zorunlu olarak ailesinin yanına dönme, bağ bahçe ve tarla işlerinde köyde babasına yardımcı olmak için gün sayardı. Kimi arkadaşlar ise harçlıklarını çıkarmak için çekirdek satmayı, boyacılık yapmayı düşünürdü. Tabi ben de baba mesleği refleksi ile doğal olarak kendimize ait dükkanımızda ekmek derdinde olan babacığımın yanında ona destek olmak için her sabah onunla birlikte sanayinin yolunu tutardım. “Bir meslek sahibi olmanın değerini ilerde daha iyi anlayacaksın oğlum, sabırlı ol” cümlesi hep zihnimde beni motive etmişti. Hem ustam hem de babam olan Hakkı ustamın dudaklarından dökülen mesleğe dair keskin cümleler, ona olan sevgim ve bağlılığımla birlikte tüm zorlukları kolaylaştırıyordu. Her geçen gün öğrendiklerim beni değerli kılıyordu.

Mesleğin altın bir bilezik olduğuna dair büyüklerimden duyduğum sözlerin, anlatılan başarı hikayelerinin, esnaf ve sanatkarların emek ve alın terine dair kurguladığı hikayelerin küçük yaşlarda bizim gibi çıraklar için bir anlam ifade etmemesine rağmen işe olan devamlılığımız hayret edilecek düzeydeydi. Yazın sıcağında terlerken, Sivas’ın ayazında donmanın, buz gibi soğuk havada cıvata sıkmanın çok keyifli bir yanı olduğunu söylemek zor olsa gerek. Ama her şeye rağmen öğrenme ve ekmek parası kazanma, hedef olarak konulan kalfa ve ustalık olgusu ve ahilik geleneği öğretisi benim gibi çırakları içsel olarak diri tutuyordu.

Nihayetinde yıllar içinde ortaya koyduğumuz emeklerin yıllar sonra zayi olmadığını gördüğümüzde, şükrümüz iki katına çıktı. “Ne kadar şükretsek az” cümlesi, yetişkinlik sürecinde konuşmalarımızda bizleri kanaatkâr kıldı. Dilimizde daha çok hamd olsun cümleleri dolanır oldu. Ardından “iyi ki sabretmişiz, iyi ki zorluklara göğüs germişiz” cümlesi ile ustalığımız perçinlendi. Meslekten kaynaklı bireysel marka değerimiz ve kurumsal kazanımlarımız daha çok görünür oldu. Böylece yaptığımız işin kutsallığı daha bir anlam kazandı.

Bireysel becerileri gelişmiş, kendini ifade edebilen, yeteneğine bağlı finansal getiri elde edebilen bir gencin toplum içindeki varlığı ile hiçbir becerisi olmayan, kendi özel ihtiyaçlarını bile yerine getirmekte zorlanan, kendini tanımayan ve tanıtamayan, kendi alın teri ile bir kazanç elde edemeyen kısacası bir meslek sahibi olmayan gencin toplum içindeki varlığını ve saygınlığını, çocukluk ve gençlik dönemimde yaşadıklarımı göz önüne getirerek şimdi daha iyi analiz edebiliyorum.

Bir sanat ve zanaat ile meşgul olmanın, bir beceriye sahip olmanın ne kadar onurlu bir durum olduğunu yıllar sonra öğrenmenin bedelinin çok ağır olacağını yeni nesillere anlatmaya çalışsam da bazı şeylerin yaşanması ve tecrübe edinilmesi gerektiğini düşünüyorum. Zaman hızlı bir şekilde akıp giderken bu akışa ayak uydurmak için mutlaka ivedi bir şekilde içerikler üretilmesi gerektiğinin farkında olmamız gerekir diye düşünüyorum.

Ülkemizin kalkınmasının yolunun meslek, sanat ve zanaatkârlıktan geçtiği konusunda sanırım toplumun büyük bir bölümü aynı kanaattedir. Bu konuyu tartışmaya gerek bile yoktur. Önemli olan sanatın, zanaatkarlığın ve meslek erbabının modern dünyaya entegre edilmesi, içeriğinin revize edilmesi, teknoloji ile uyumlu hale getirilmesi yönünde çalışmaların bir plan ve program çerçevesince ilerlemesini sağlamaktır. Bu hepimiz için elzem bir durumdur. Dijital dünyanın etkileyici bir şekilde yaygınlaşması, otomasyonun rekabet edilemez şekilde gelişmesi, yapay zekanın tüm sektörlere yönelik etkisi karşısında, sanatkarların direnebilmesi gerçekten zor olsa da el emeğinin ve el becerisinin kutsallığının hiçbir zaman yok edilemeyeceğinin bilinmesi gerekir.

Bunun için sanatkarlarımızın ve esnaflarımızın elbirliği içinde hareket etmesi, iş birliğini güç birliğine dönüştürmesi, örgütlü bir yapı içinde hareket etmesi şarttır. Bir elin nesi iki elin sesi var atasözünün talepler ve önerilerin hayata geçirilmesinde, sorunların çözülmesi anlamında değiştirici ve dönüştürücü gücünü hepimiz yakinen görmekteyiz. Bu gücün sürdürülebilirliği, ancak, el becerilerine ve sanata dayalı mesleklerin devamı ile mümkün olacaktır. Bunum için, ağaç yaşken eğilir prensibinden yola çıkarak, küçük yaşlardan itibaren yetenek ve ilgi alanlarına göre çocukları ve gençleri mesleğe yöneltme konusunda toplum olarak üzerimize düşen görevi yapmak zorundayız. Anne baba olarak, okullarda rehber öğretmenler olarak, sanayi de esnaf olarak, kamu kurum ve kuruluşları olarak, sivil toplumu yönlendiren yöneticiler olarak, sanat ve zanaatkârlık anlamında yeteneği olan çocuklarımıza rehberlik yapmak zorundayız. Memleket meselesi olan meslek meselesine katkıda bulunmak zorundayız. Aksi halde oluşan veya oluşabilecek olumsuzluklardan hepimiz sorumlu olacağız.

Çocukluk hayallerimizle başlayan ve bizi iş insanı yapan, yaşam yolculuğunda bize sağladığı sosyal statü, saygınlık ve finansal gücün altında yatan şeyin, emek ve alın teri olduğunu, meslek sahibi olmanın 21. yüzyılda da vazgeçilmez bir değer olduğunu bir kez daha belirterek yazımı sonlandırıyorum.

Saygı ile selamlarımı sunuyorum.

Hakan DEMİRGİL/ Esnaf ve Sanatkârlar Odaları Birliği Başkanı