
Ahmet Hasdemir
HAKİKAT VE ERDEM ÜZERİNE BİR REJİM
Eski siyasetçilerimizden merhum Osman Bölükbaşı’ya atfedilen bir sözün üzerinden yazacağım yazımı. “Demokrasi, bilenlerin ve ahlaklı olanların kurabileceği bir rejimdir.”
Bu söz, ilk bakışta sıradan bir tanım gibi görünebilir. Hatta kulağa biraz da elitist gelebilir; sanki halkı küçümseyen bir aristokratın ağzından çıkmış gibi. Ama derinleşince, bunun aslında demokrasiye bir övgüden çok bir uyarı olduğunu anlarız. Çünkü demokrasi sadece sandığa gidip oy vermek değil; bilgiyle yoğrulmuş bir ahlakı hayata geçirmek demektir. Bu hem seçilen hem de seçen için geçerlidir.
Bugün birçok ülkede sandığın varlığı demokrasinin kanıtı sayılıyor. Oysa sandık sadece bir araçtır. Eğer sandığın başına giden birey doğruyla yanlışı ayırt edecek bilgiye sahip değilse; eğer adalet duygusunu değil, çıkarını öne koyuyorsa, çoğunluk iradesi yanlışın meşrulaştırılmasından başka bir şey olmaz. Bu açıdan baktığımızda millet olarak sandıkla tanışalı ne de çok yanlışın meşrulaştırılmasına oy verdik, vermeye de devam ediyoruz.
Demokrasinin dayandığı iki temel direk var: bilgi ve ahlak. Bilgi, bize yanlışı fark etmeyi; ahlak ise, doğruya sadık kalmayı öğretir. Biri eksik olduğunda sistem işlemez, çöker. Bilgisiz ama iyi niyetli bir halk kolayca kandırılabilir. Ahlaksız ama bilgili bir yönetici ise bilgiyi manipülasyon aracı haline getirebilir.
Bugün bilgi çağındayız; ama doğru bilgiye ulaşmak her zamankinden daha zor. Sosyal medya, yalanın hakikat kılığına büründüğü bir sahneye dönüştü. İnsanlar çoğu kez bilgiyi değil, hoşlarına gideni paylaşıyor. Oysa demokrasi, kulağa hoş gelen sloganların değil, acı da olsa hakikatin rejimi olmalıdır.
Bugün yalan, tarihte hiç olmadığı kadar hızlı dolaşıyor; sosyal medya çağında bir cümlelik sahte bilgi, gerçeğin yıllarca süren emeğini bir anda gölgede bırakabiliyor. İşte bu yüzden dezenformasyon, yalnızca çarpıtılan ve yanlış bir bilgi değil; vicdanı uyuşturan, halk iradesini zehirleyen bir virüstür. Bu virüs, toplumun hafızasını bulandırıyor, vatandaşı ortak çıkara değil, kandıranların hevesine göre kullanmaya sürüklüyor. Hakikati kaybeden bir toplum, geleceğine değil, kendi aldanışına mühür vurur.
Peki ya ahlak? Demokrasi, sadece çoğunluğun iradesi değil; adaletin, vicdanın ve merhametin birlikte korunmasıdır. Değerlerini bir kenara bırakan siyasetçi, kürsüden 'halk için' konuştuğunu söylese de aslında kendi çıkarını savunur. Yolsuzluk ve kayırmacılık üzerine kurulu bir düzen, demokrasiyi kolayca bir şirket mantığına hapseder. Bugün otoriter popülizmin yükselişi, işte bu yozlaşmanın sonucudur.
Çözüm, seçkinlere güvenmek değil, aydınlanmaya yatırım yapmaktır. Eğitimde eleştirel düşünmeyi ve medya okuryazarlığını güçlendirmek şarttır. Ahlak ise en üstten başlamalı: yönetimde şeffaflık, hesap verebilirlik ve yolsuzluğun cezasız kalmaması gerekir. Vatandaşın görevi ise pasif izleyici olmak değil; kararlarını vicdanıyla ve sorumluluk bilinciyle almak, topluma ve geleceğe katkı sağlamak olmalıdır.
Asıl mesele şudur:
Bir toplum, bilmeden konuşanları ve çıkar ilişkileriyle hareket edenleri yüceltiyorsa, orada demokrasi sadece kâğıt üzerinde var olur. Ama bilgili olanları dinleyen, doğruları söyleyenleri koruyan, erdemi ve adaleti ödüllendiren bir millet varsa; işte o zaman sandığın içinden, karar mekanizmalarından, toplumsal tercihlerden ve geleceğe dair atılan her adımdan, yalnızca geçici kazanımlar değil, kalıcı bir gelecek çıkar. Kat edeceğimiz çok yol var daha.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.