Türk Futbolunun Garip Halleri

Orhan Arslan
Orhan Arslan
Türk Futbolunun Garip Halleri
03-11-2018

Her yıl olduğu gibi, bu yıl da, futbol sezonu, büyük bir ihtişamla açıldı...

Beklentiler, gösterişli törenler, transfer edilen yeni topçuları, Yeni çalıştırıcıları, hava alanlarında, devlet adamı mantığı ile; karşılamalar... Lig başlamadan ve daha geldiği ligin ne olduğunu anlamadan; bu gösterişli karşılamaların arkasından yapılan; tutarsız ve saçma açıklamalar...

´´BİZ, BU SENE KESİN ŞAMPİYONUZ...

BURAYA... TAKIMI ŞAMPİYON YAPMAYA GELDİM...

BU SENE BU LİGDE EN AZ 30 GOL, ATARIM...´´

Evet, bu tür açıklamaları çok duyduk. Adamlar ne yapsın? Yeni bir Ülkeye işini yapmaya geliyor. Adam, daha ilk adımda şaşırıyor. Bir bakıyorsunuz, adamı; birileri kral gibi karşılıyorlar. Bu karşılamanın havası ile;  O, topçu da; başlıyor, atıp, tutmaya... Nasıl olsa; dilin kemiği yoktur...

Bir de; taraf olmanın zirvesine erişmiş; spor basınımız var. Adamlar haklı. Ekmek paralarını, yahut geçimlerini; bir takımın amigosu gibi, spor basınında; yer almakta görmektedirler. Bir bakarsınız, Amigodan daha şiddetli fanatik taraftar gibi, pozisyon alırlar. Spor sunumları bir kavga ortamı içerisinde geçer. Bir birlerine saldırırlar... Bağırırlar... İtham ederler... Olmayan onlarca haberi, falandan duydum, filan böyle diyormuş... Gibi açıklamalarla; TV ekranlarını saatlerce işgal ederler...

İşte, bu adamlar da;  gelen yeni topçuları, göklere çıkarmaya hazırdırlar. Uçururlar, kaçırırılar, adamlara insan üstü, güç verirler, kurtarıcı ilan ederler...

Nereye kadar?

Sonra, lig başlayıp, gerçekler ortaya çıkana kadar... Arkasından başarısızlıklar peş peşe geliyor. İşte, O, zaman ilk çark eden spor yorumcuları olur. Çünkü, faturanın kendilerine kesilmesinden çekinirler... Olur ya, patronları işten atabilir. Onun yerine daha fanatik bir, yorumcu alabilir...

Aynı sunumcular, muhabirler; yabancı hayranı olduklarını; maç anlatırken de; gösterirler. Dışarıdan gelen bir Türk kökenli yahut, Müslüman ismi taşıyan, topçunun ön adı; Adem, olmasına rağmen; ısrarla ikinci ismini söylerler ve de, söylerken zorlanırlar. Tıpkı, Mustafa demek yerine, El Kabir, gibi anlamsız bir kelimeyi telaffuz ederler... Atıf, demezler. İkinci ismini söylemekte zorlanırlar. Hüseyin demezler, Hoseyni gibi, anlamsız zorlamalar yaparlar...  Ancak, adamın ismi bize tamamen yabancıdır. Onu doğru şekli ile söyleyebilirsiniz... Alex, gibi, Robinho, gibi... Bunda bir sakınca olmaz. Bu durum, yabancı dil hayranlığının dile yansımış, şeklidir.

Haftalar ilerler. Yeni gelen topçular da, ligi tanıdıktan sonra; gerçekçi açıklamalar yapmaya başlarlar...

Türkiye ligi, deyip söze başlarlar... Zormuş.., Çetinmiş.., Sertmiş.., Mücadeleci imiş... Yahu kardeşim siz buraya; bale yapmaya mı geldiniz!!! Top oynamaya geldiniz, top... Ahhh, bunu bir bilseler...

Magazin basınına malzeme olmak, birinci görevleridir. Falan gece kulübünde, filan eğlence yerinde, sabahlamak;  antrenmanları  sayılır!!! Seyirci bunları bildiği halde; topçuyu alkışlar, ona gaz verir. Adam ne yapsın yanlış bir iş yaptığı seyirci tarafından fark edilecek, beni protesto edecekler diye, beklerken; adamı sahada bir de; alkışlarlar...

Aynı seyirci; Bir Devlet dairesinde işi biraz aksamış olsa; küplere biner... Neden görevinizi yapmıyorsunuz? diye ortalığı kırar, geçirir...

SAHADA GÖREVİNİ YAPMAYAN TOPÇUSUNU İSE; BAĞRINA BASAR. ONUN HATALARINI BİLE; ALKIŞLAR... BUNUN ADI, FANATİZM´ DİR...

YENİ ALINAN MİLYON DOLARLIK ADAMLAR;

Karşılarında başarıya aç, topçuların oluşturduğu takımları görünce; sahada yıkılmaya, yok olmaya, sakatlanmaya, mazeret uydurmaya başlarlar... Kısacası; Kendilerini hava alanlarında karşılayan taraftarların sevgisi ve bağlılığı da; saha içerisinde onları kurtarmaya yetmez.

Yavaş, yavaş, seyirci anlayışsız olmaya, homurdanmaya başlar... Protestolar yükselir... Sonra ıslıklamalar, sonra, yuhlamalar... Film bitti...

Bu sefer yöneticiler vay yandıma düşer. Nasıl etsek te; bu çalıştırıcıyı, topçuyu; en az zararla takımdan göndersek!!! Manevralar başlar... Aleyhte açıklamalar, arkasından gelir... Bir bakarsınız çalıştırıcı ise; sözleşmesi fes edilir... Topçu ise; kadro dışı bırakılır...

Güzeeelll... Güzel de; bu işin faturasını kim ödeyecek? Tabii ki; takım ödeyecek... Onu anlamayacak ne var. Ondan sonra; takım battı, enkaz devir aldık, para sıkıntımız var, diye ağlamaya başlarlar...

Gelelim Lig gerçeğine...

Geçen haftalarda yazdığım tüm değerlendirme köşe yazılarında; gelecek haftalarda sürprizlere açık olun. Bu ligde her takım, her takımı yenecek güçte, diye belirtmiştim.

Büyük diye adlandırılan takımların ne hallere düştüğünü görüyoruz. Anadolu takımları mütevazi bütçelerine rağmen; Türk futboluna katkı vermeye, devam ediyorlar.

Önceki yıllarda; sınırsız şekilde borçlanan büyük takımlar, daraldıkları zaman; Yıldız futbolculara para yatırarak, bu açıklarını kapatmayı beceriyorlar idi. Kısacası, yeni bir  topçuyu,Türk futboluna kazandırmak gibi, bir çabaları yoktu. O, ismi büyük olan takım çalıştırıcıları; Ellerindeki milyon dolarlık adamlarla, maç kazanmanın keyfini çıkarıyorlar idi. Taraftar ise; bu gerçekleri görmeden, mantıksız bir fanatizim ile; adamların yanlışlarını bile, savunmaya devam ediyordu. Yöneticiler ise; zoraki kazanılan maçların, keyfini çıkarıyorlardı. Kaybederler ise; bahane hazırdı. Hakem, saha, formsuzluk, hava şartları, falan, filan...

Amma, bu sene mali dengesizliklerden dolayı; transfer yollarının kapanması; gerçekleri ortaya çıkardı. Kral Çıplak...

Kimi zaman; İlk derslerini, Avrupa kupa elemelerinde alıyorlardı. Sıradan takımlar; bizim görkemli takımlarımızı eliyorlardı. Bizim takımın bir futbolcusunun bile; maddi değerinde olmayan takım; maçı kazandıktan sonra, kendileri bile; şaşırıyordu. Bizim taraf ise; gayet olgun bir şeklide; İş kazası, yorumları yapıyordu. Kimse çalıştırıcının yetersizliğini, ilgisizliğini, görmüyordu. Topçunun işine karşı olan, sorumsuzluğunu; anlamıyordu. Arkasından bir açıklama geliyordu:´´Bizim için, önemli olan Lig şampiyonluğudur.´´ Öyle ya, taraftara bir açıklama yapmak gerekiyordu. O, açıklama, sanki elenmenin acısını unutturacaktı. Bazen, O, başarısızlıklar; Lig şampiyonluğunu da, getirmiyordu... Olsun...

Yeni ümitler, yeni topçular, yeni çalıştırıcılar... Arkasından gelecek yıl başlayacak olan; Lig, serüveni... Kısacası, bu kısır döngü, devam edip, gidiyordu...

Lig başladı,

Büyük takımlar denen, takımlarda; çöküş ve tükeniş başladı...

Artık ´´Var´´ sisteminin yerleşiyor olması da; insanları, gerçekler ile, yüzleştirdi. Kimsenin itiraz hakkı kalmadı.

Sabahlara kadar eğlence merkezlerinde zaman geçiren topçular; sahalarda yerlerde sürünür oldu. Futbol hayatları ile gündem oluşturması gerekenler; magazin basınına, malzeme olmaktan çekinmediler. BJK´ nın transfer ettiği kaleci, magazin basınının ilk geldiği zamanlar; baş aktörü olmaya adaydı. Üstelik tüm fanatik taraftarlar;  bu sorumsuzluklara sahip çıktı. Topçusunu alkışladı. Magazin basınına küfür etti.

Bu Kalecinin, Kimse yediği hatalı golleri konuşmadı. Avrupa kupası son maçında eğer, rakip takım futbolcuları; BJK´nın son dakikalarda enerjisinin bittiğini fark etseler idi; Muhterem kaleci kalesinde dört değil; belki daha fazlasını görürdü. Bütün bu gerçekler, göz ardı edildi... Rize Spor karşısında alınan zoraki, galibiyet; Bu gerçeklerin, var olmasını değiştirmez.

Evet, ben kaybedeni eleştirmeyeceğim. Alkışlar ve Tebrikler MALATYA SPOR, Alkışlar ve Tebrikler ANKARAGÜCÜ,   Alkışlar ve Tebrikler eksik oynamasına, kaybeden taraf olmasına rağmen; Rize Spor... Büyük takımların neden kazanamadığı üzerine; büyük yorumcular; sabahlara kadar konuşur. Ancak, gerçekleri, bir türlü söyleyemezler... Tüm spor basınında görev yapan yorumculara bir hatırlatma.

EY YORUMCU BEYLER! ÜLKEDEKİ SÜPER LİGDE 18 TAKIM VAR, Bu maçlar onların arasında oynanıyor. O, Takımların hepsi; Bu ÜLKENİN TAKIMLARIDIR. Siz, 10 cümle ile, büyük dediğiniz takımlardan söz ederken; bir-kaç cümlede Küçük dediğiniz takımlardan söz edin. Bu spor yayıncılığının bir ahlakı yok mudur? Adamlar sizin büyük dediğiniz takımları; evire-çevire yenmişler. O halde, onların emeklerine saygı duyun. Tarafsız yorum yapın, Kazananı ayakta alkışlayın...

Yeri geldiğinde statta, bir olumsuz olay olunca; ağzınızı açıp, fanatik taraftar diyerek; insanları yargılamayı iyi biliyorsunuz. Aynı mantıkla aynaya bakın ve yaptığınız yorumların; fanatik seyircinin yaptığı ile, ne farkı olduğunu; bize açıklayın...

Anadolu takımlarından söz ederken, sanki bir düşman takımından söz eder gibi; tavır takınmaktan vazgeçin. Büyük dediğiniz takımlar gol atınca, çığlık atan sizler; Küçük dediğiniz takımlara gol atınca, bir çığlık ta; onlar için atın...

Bu sene, Anadolu takımlarının kazanacağı maçları, buna benzer sonuçları hep göreceğiz... Çünkü, Büyük takımlar göz boyayıcı, transferler yapamayacaklar. UEFA, tepelerinde...

Sahi milyon dolarlarla transferi için, takımların bir birine düştüğü; Emre, nerelerde? Bir-kaç haftadır yoktur. Şimdi, sıkı durun. Transfer mevsimi alınan bazı isim yapmış topçular, ilk maçlarda başarısız olunca; Büyük, büyük çalıştırıcılar; uyum sorunundan bahsederek; hem topçuyu aklarlar, hem de; kendi beceriksizliklerini, ört-bas ederlerdi. Ancak, daha dün transfer ettiği bir yerli topçuyu; uyum, muyum meselesini düşünmeden; iki maç kazanmak adına; sahaya sürerler. Maçları alır, keyfini yaşarlar. Ancak, topçu bu arada ya sakatlanır, ya tükenir. Çünkü, onun da, amacı; tüm fizik gücünü kullanarak, yeni takımına kendini kabul ettirme çabası içerisine, girmektir.

SONUÇ; SAKATLIK...

Bir de, oturdukları yerlerde milyon dolarları, cebe atan topçular vardır. Gel keyfim geeellll...  Nasıl olsa; idareciler, hesapsız iş yapar, Seyirci günü birlik sevinir. Topçu ise; cebine attığı milyon olarlar ile; sırt üstü yatar... Hem idarecilerin saflığı ile, hem seyircinin fanatikliği ile; alay eder... Tarık Çamdal, Ozan, Larin... Liste uzar, gider...

Böyle saça, böyle tarak misali...

Ayrıca sormak lazım? Görevlerinden alınan yabancı ve yerli hocalara ödenen, astronomik paralar, kimin cebinden çıkıyor? Milli ekonomiye zarar değil midir? Federasyon yetkilileri buna bir çözüm üretemez mi? Örneğin yapılan sözleşmeler de; bu tür ayrıcalıklara yer verilmesin. Daha makul, daha gerçekçi, sözleşmeler yapılsın... Başarılara endeksli sözleşmeler yapılsın. Başarısızlık anında; faturanın çalıştırıcıya kesileceği sözleşmeler, yapılsın. Aynı şartlar, topçular için de; geçerli olsun. Parayı alan, yan gelip, yatmasın. Bunları yapmak; o kadar zor mudur?

İşte asıl mesele budur... Bu kadar çok geniş açıdan düşünecek idareci gerekir. Kendi kişisel manevi çıkarlarını değil de; kulübün yararlarını önceleyecek, idareci gerekir... Boy göstermeye, şov yapmaya değil de; işi profesyonel bir şekilde yapacak idareci gerekir...

Şimdi birileri diyecek ki; hikaye mi anlatıyorsun? be kardeş... Doğrudur, Bu Ülke gerçeklerine göre; hikaye anlatıyorum.... Selam ile...

ÖNCEKİ YAZILARI
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?