
Şadiye ÖZTÜRK
MUHİDDİN-İ ARABİ´NİN TEMEL ESERİ FÜSUS-UL HİKEM
Çok zamandır okumuş olduğum kitapların tahlillerini yaparak anladıklarımı, doğruları, yanlışları, bilinmesi gerekenleri, faydalı bilgileri okuyucularıma ulaştırmaya çalışıyorum. Bu sayede okuduklarımı yeniden hatırlıyor, bilgilerimi pekiştiriyorum. Diğer taraftan bu kitapları okumamış olanlara da bir nevi özet sunarak sanki o kitabı okumuş gibi bilgilenmesine yardımcı oluyorum.
Sırada tahlili zor, hatta anlaşılması daha zor bir kitap var. M Arabi'nin meşhur eseri 'Füsusul Hikem' den bahsediyorum. Füsus'a, yazıldığı günden beri en çok tartışılan, başka dillere en çok tercüme edilen, en çok şerhi yapılan ve en çok kafa karıştıran kitap denilebilir. Bu kitaba yapılan şerhlerin yirmiden fazla olduğu bildiriliyor.
Füsus-ul Hikem'i ilk olarak Milli Eğitim yayınlarından çıkan bir şerhten okudum. İkinci olarak, Bosnavi'nin Osmanlıca olarak basılan şerhinden okudum. Üçüncü olarak ta Mısırlı bir yazar olan Ebu-l Ala Afifi'nin 1940'lar da yazmış olduğu 'Füsus'l Hikem okumaları için anahtar' isimli kitabından okudum.
İlk okuduğum iki kitaptan okuduğum bazı bölümleri, birilerine anlattığım zaman kimse bana inanmadı. Kimisi dedi ki, 'Sen anlamamışsın' veya M. Arabi, 'Öyle bir şey yazmaz, o cümleleri kitabına sonradan ilave etmişlerdir' dediler. Son olarak okuduğum kitabın yazarı Füsus-l Hikem üzerine tam otuz beş sene araştırma yapmış, Doğuda, batıda yapılmış bütün şerhleri okumuş; M. Arabi, fikrini ne tamamen kabullenmiş ne de reddetmiş ve tarafsız olarak bir şerh yapmış. İşte bu eserden istifade ederek Füsus-ul Hikem' in tahlilini yapmaya çalışacağım İnşallah.
Bundan sonraki yapılan alıntılar, yazarların M. Arabi'nin fikridir. Bana göre bu fikirlerin çoğu yanlış azı doğrudur. Tabi ki İslam akidesine göre. O, teraziyle tartılmasını umarak yazıyorum.
Füsus-u Arapçadan Türkçeye tercüme eden Ekrem Demirli'nin takdim yazısından alıntılar: Hakk'ın kendisinin bilinmesi için isim ve sıfatların kendisinde tecelli ettiği bir ayna mesabesinde ki alem, parlatılmamış ve cilalanmamış bir haldeydi. İşte unsuri yaratılış olarak son varlık insan o aynanın cilası olmuştur. Hakk'ta bu aynada kendisi bütün isim ve sıfatlarıyla kamil manada zuhur etmiş olarak görmüştür. Böylelikle, Hakkın bilinmekten ibaret olan gayesi gerçekleşmiştir. Şu halde insan, alemin ve yaratılışın gayesi ve sebebidir. Allah, insan ile aleme nazar ve rahmet eder. İnsan, Allah'ın bütün isim ve sıfatlarının kendinde tecelli ettiği yegane varlıktır.
Her insan Allah'ı hakkıyla bilebilme imkanına sahiptir. Şu halde alemin ve yaratılışın gayesi insan-ı kamildir. İnsan-ı kamil de genelde bütün nebiler ve veliler, özelde ise Hakikat-i Muhammedî'yedir. İşte Allah'ın peygamberlerin hakikatlerinde zuhur etmesi ve böylelikle bilinmesi bu kitabın konusudur. 'Hakikat-ı Muhammedi ye' bütün batıni ilimlerin kaynağıdır.
Füsus-ul Hikem'i şerh eden Mısırlı Ebu'l Ala Afifi'nin ilk tespitleri:
Füsus-ul Hikem, M. Arabi'nin en önemli, en derin ve kendinden sonra gelen bütün tasavvuf erkanına tesir eden ve şekil veren eserdir. İbn'ül Arabi bu eserinde 'Vahdet-i Vücut' sistemini nihai şekliyle ortaya koymuş, Ulaşabildiği her kaynaktan yararlanarak bu sisteme ait tasavvuf ıstılahlarını geliştirmiştir. İbn'ül Arabi, Batıni İsmailler, Karmatiler, İhvanı safa ve kendinden önceki sofilerden istifade etmiştir. Yine, Kur-an, Hadis, kelam ilmi, Meşşai Felsefesi, Hıristiyan gnostisizmi, Yeni Eflatunculuk, Stoacılar ve Yahudi düşünür Philondan da faydalanmıştır.
Füsus'ul Hikem-i batıya tanıtan R. A. Nicholson'a göre, İbnü'l Arabi, Kur-an ve hadisten bir metin alır, Yahudi Philon ve İskenderiyeli Eriguena'nın metotlarıyla tevil eder. Bu eserdeki nazariyelerinin anlaşılması zordur.
İbnü'l Arabi, Özel bir tevil metoduyla ayet hadislerden istediği anlamları çıkarmaya çalışır. Şayet ayetin zahirinde delalet, teşbih ve tecsim açısından olsa bile sistemini teyit eden bir şey varsa onu alır; Şayet sistemini destekleyen bir şey yoksa ayeti zahir anlamında başka bir anlama çeker.
İbn. Arabi'nin sistemi vahdeti Vücut
Arabi'nin büyük önermesi şudur: Vücudi hakikat, özü ve zatı itibarıyla birdir. Sıfatları ve isimleri açısından çoktur. Bu hakikatte sadece itibarlar, nispetler ve izafetler açısından çoğalma vardır. O, ezelidir, kadimdir, ebedidir. Kendilerinde zuhur ettiği suretler değişse bile kendisi değişmez. Vücudi hakikat, sahili olmayan coşmuş bir denizdir. Hisle idrak olunan mahsus varlık, bu denizin üzerinde zuhur eden dalgalardan ibarettir. Zatı itibarıyla bu denize baktığın zaman 'Hak' tır dersin; sıfatları ve isimleri açısından yani mümkünlerin ayn/hakikat'larına zuhuru açısından bakarsan O, 'halk' veya 'alemdir dersin. Bu hakikat, Hak ve halk bir ve çok, kadim ve hadis, evvel ve ahır, zahir ve batın gibi İbn Arabi'nin tekrarlamayı sevdiği zıt deyimlerdir. Bu vahdeti Vücut denen sistemin adıdır. İbn Arabi bu sistemi, 'Füsus-ul hikem' de ve 'Fütuhatı Mekkiye'nin pek çok yerinde cüretli bir vaziyette ortaya koymuştur. Mesela şu ifade onundur: 'Kendisi onların aynı olduğu halde, eşyayı yaratanı tenzih ederim.'
Gözüm onun yüzünden başkasına bakmadı,
Kulağım kelamından başka sesi duymadı. (Fütuhatı Mekkiye 2.cilt)
Vahdeti vücut sistemi İbn Arabi'den önce İslam'da mevcut değildi. Vahdeti vücudunun esaslarını koyan ve okulunu kuran, anlam ve amaçlarını açıklayan, kendinden sonra Müslümanların benimsediği nihai şekliyle Vahdeti Vücudu tasvir eden kimsedir.
Vahdeti Vücut, (Varlığın birliği) fikri, Füsusul Hikemle tanıtılmaya devam edilecektir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.