SAVAŞIN KURALSIZ YÜZÜ VE TÜRK ORDUSUNUN AHLAKI

Savaşlar, insanlık tarihinin en yıkıcı eylemlerinden biridir. Kuralsızdır, çünkü savaşın kaosu içinde ahlaki değerler ve insani normlar çoğu zaman yara alır. Ancak bu durum, savaşın vicdanı tamamen ortadan kaldırması anlamına gelmez. Tarih boyunca, bazı devletlerin ve orduların savaş algısı ve uygulama biçimleri arasında derin farklılıklar bulunur.

Bu farklılık, savaş ahlakı adı verilen bir kavramla açıklanabilir. Emperyalist devletlerin orduları, kendi çıkarlarını maksimize etmek adına savaşın yıkıcılığını her alana yaymaktan çekinmemiştir. Bu ordular, sadece askeri hedeflere değil, savaşın sürdürülebilirliğini ve yerel direnişi kırmak için doğaya, sivil halka, kadınlara ve çocuklara da zarar vermiştir.

Yakılıp yıkılan şehirler, yağmalanan kaynaklar, yok edilen kültürel miras ve katledilen masum insanlar, emperyalist savaşların acımasız yüzünü gözler önüne sermektedir. Bu tür savaşlar, kalıcı bir barışın temelini oluşturmak yerine, nesiller boyu sürecek düşmanlık ve nefret tohumları ekmiştir.

Türk ordusunun savaş algısı ise, kökenlerini ecdat mirasına ve kadim geleneklere dayandıran farklı bir ahlak anlayışına dayanır. Bu ahlak, savaşın sadece bir askeri mücadele olmadığı, aynı zamanda insani değerlerin de korunması gereken bir alan olduğu inancını taşır. Türk ordusu, tarihsel süreçte pek çok savaşta yer almasına rağmen, sivil halka, doğaya, hayvanlara, kadınlara ve çocuklara zarar vermeme konusunda hassasiyet göstermiştir.

Bu ahlak anlayışı, Türk ordusunu emperyalist ordulardan ayıran en temel farktır. Birincisi, gücünü yıkıcılıktan alırken, ikincisi gücünü vicdandan ve ahlaktan alır. Savaşın kuralsızlığına karşı, Türk ordusu her zaman kendi iç kurallarını ve insani değerlerini ön planda tutmuştur Savaşın tam zıttı olan barış, mutlu ve huzurlu bir toplumun inşasının temelidir. Ancak barışın kalıcı olabilmesi için, adaletli bir zemine oturması gerekir.

Eğer adalet olmazsa, barış da gerçek anlamda tesis edilemez. Haksızlık üzerine kurulan bir "barış", sadece geçici bir ateşkes veya baskı altında bir sükûnetten ibarettir. Gerçek barış, herkesin haklarının korunduğu, eşitlik ve adaletin hüküm sürdüğü bir düzende mümkündür.

Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün "Yurtta sulh, cihanda sulh (Yurtta barış, dünyada barış) ilkesi, bu idealin en somut ifadesidir. Bu ilke, hem ülke içinde toplumsal huzurun sağlanmasını hem de uluslararası alanda barışçıl ilişkilerin kurulmasını hedefler.

Atatürk, bir milletin kendi içinde barışa ulaşmadan dünya barışına katkıda bulunamayacağını, bu iki kavramın birbirine sıkı sıkıya bağlı olduğunu vurgulamıştır. Kendi evinde huzurlu ve adaletli bir şekilde yaşayan bir toplum, ancak o zaman dünyaya barış getirme potansiyeline sahip olabilir. Sonuç olarak, savaşın yıkıcılığına karşı en güçlü kalkan, adaletli bir barış idealidir. Bu idealin gerçekleşmesi için, hem savaşın insani kurallarını gözetmek hem de barışın temelini adalet üzerine inşa etmek gerekmektedir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ömer Ün Arşivi