Şadiye ÖZTÜRK

Şadiye ÖZTÜRK

TAZE KAVRUM ŞEMŞAMER Üçüncü El

Bir elinizde kese kağıdı, içinde taze kavrum şemşamer... Yani sımsıcak çekirdek. Ayçiçeği çekirdeği. Güne bakan çiçeğinin çekirdeği. Diğer elinize birkaç tane alıyorsunuz, ön dişlerinizin arasında bir saniyecik saltanatı oluyor. Maharetli dişlerinize itiraz edemeyen zavallı çekirdeğin kabuğunu ikiye ayırıyorsunuz, diliniz yine büyük bir ustalıkla içini, özünü alıyor ve azı dişlerinizin ser>t darbelerine ikram ediyor. Nefis bir tat.
Efendim nasıl biber deyince Urfa, Pastırma deyince Kayseri, elma deyince Amasya, leb demeden Çorum anlaşılıyorsa, çekirdek deyince aklıma hemen Sultan şehrimiz geliyor.
Çok küçükken bu şehre misafir olarak geldiğimde beraber olduğumuz arkadaşlar, bu işin ilmini çoktan tahsil etmiş olduklarından, hayranlığımızı cezbedecek kadar hızlı yerlerdi çekirdeği. Çekirdek kabuklarının dişler arasında adeta güzel bir besteyi terennüm ettiğini hissederdik. Abimle ben ise, bu arkadaşların yanında mahcup olmamak için çekirdeğin kabuğuna; 'N'olur, çabuk ikiye bölün de bizi arkadaşlara karşı mahcup etme' diye yalvarıyor, bu yalvarmalara aldırmayarak ikiye bölünmemekte, içini bize vermemekte direnen çekirdeği bir ara çıkarıp tırnaklarımızla açmaya yelteniyorduk. Biz tek bir çekirdekle mücadele ederken, bu işin raconunu bilenler en az on tanesinin içini midelerine gönderiyorlardı. Millet ellerindeki minik kese kağıtlardaki çekirdeği bitirirken bizim çekirdeklerimiz hiç eksilmemiş gibi dururdu. Abim bir seferinde kabuğuyla çiğneyip, çıkardığı yağı yutup, geri kalanı çöp kutusuna atmıştı. Arkadaşlar, haklı olarak buna çok gülmüşler, bu hadise uzun süre hafızalarımızda yer etmişti.
Uzun çalışmalardan sonra biz de çekirdeği çabuk yemeyi öğrendik amma itiraf edelim ki yine de uzmanlaşamadık. Ama bu hız bize yeterdi. Bu işi çok küçükken öğrenemediğimiz için, 'Ağaç yaş iken eğilir' sözünü doğru çıkaran, 'çekirdekten yetişme' çekirdek yeme ustalarıyla yarış etmeyi göze alamadık. Gerek de yoktu hani.
Yazımın başında elden bahsetmiştim 'Bir elinizde kesekağıdı' demiştim. Diğer elinizde de birkaç çekirdek vardı. Bir üçüncü eliniz olmadığı için yediğiniz çekirdeğin kabuğunu yere atmak zorundasınız. Ahh o üçüncü el olsaydı hiçbir Sivas'lı çekirdek kabuğunu yere atmazdı, atmazdık. Ama neylersin ki o üçüncü el yok ve çekirdeğin zevki de yürürken yemekte.
Bize çok normal gibi gelen, hatta çekirdeği yiyip de kabuğunu yere atmayanın dövüldüğü Sivas'ımızın bu hali, yabancılar tarafından çok yadırganmakta. Bin dokuz yüz doksan dokuzda güneş tutulmuş, bu da en net biçimde Sivas'ımızdan görüleceği için çoğunluğunu güneşi kutsal kabul eden, 'güneşin çocukları' diye adlandırılan Japonlardan oluşan bir yığın turist gelmişti. Etkinlikler de gece gündüz devam etmişti. Sıcak yaz akşamları, bir de işin içinde etkinlik olunca Sivaslı kendini İstasyon caddesine atmıştı. Herkesin olmasa da, ezici çoğunluğun elinde, dondurma külahına farklı üstünlük sağlayan çekirdek vardı. Şükürler olsun eğitimliydik de. Binlerce hatta on binlerce kişi caddedeydi. Herkes yüz gram çekirdek yese bir ton çekirdek yenmiş ve bu çekirdeklerin kabukları 'Yahu bu Japonlar bu işe ne der ' tasası akla bile getirilmeden simsiyah asfaltla buluşturulmuştu. O çekik gözlü küçük adamlar şaşırmışlar ve dilinden bilenlerin, anlayanların dediklerine göre çok enteresan sorular sormuşlar;
-Çekirdeğin kabuğunu yere atmak sizde ibadet midir
-Peki bunları kim temizleyecek ...
-Bu bir ekme metodu mudur .. Peki hasat ne zaman olur gibi.
Yahu Japon kardeş sana ne,niye soruyorsun bu ince soruları. Geldin, şu güneş tutulmasını arınla, namusunla seyret git, ne karışıyorsun Yiğido'nun işine ..
O gece, saat 01'de İstasyon Caddesinden geçtiğimde çalışkanlığımızla bir kere daha övündüm. Nerdeyse asfalt görünmüyordu. Ha iftiharla belirteyim ki bu tabloda benim de katkım(!) vardı. O kadar hızlı yiyemesem de, karınca kararınca bir katkı işte, kabul buyurulsun.
Efendim, yemek zorunda, mahalli deyimle çekirdek çitleme zorunda kaldım. Şimdi o kadar adam çekirdek kabuğunu yere atarken, ben tutup cebime mi dolduracaktım. Veya ayrı bir çekirdek kabuğu kesekağıdı mı tutacaktım. Sonra benim de üçüncü bir elim yoktu. Üstelik bundan bir hafta önce bu çekirdek kabuğu yere atılmasın diyen bir arkadaşımın karşılaştığı muameleyi dinlemiştim.
Efendim adını vermemde de mahzur yoktur; emekli öğretmen Yüksel Erdoğan anlatıyor:
-Kale'ye gidenlerin yedikleri çekirdek kabuklarını yere atmamaları için, üşenmedim, kağıtlardan külah yaptım, fişek yaptım. Gittim parasız olarak o bölgede satış yapanlara verdim. Çekirdek alanlara bunları da vermelerini rica ettim. Bir hafta sonra biraz daha fişek yaptım, götürdüm. Çekirdek satıcıları ters ters yüzüme baktı. Kimse almadı. Müşteriler istemiyormuş, 'Bizim üçüncü elimiz yok' diyorlarmış.
Haa, Japonların o sorularını duyduktan sonra üçüncü elim olmasa da ben artık yediğim çekirdeğin kabuğunu yere atmıyorum, cebime koymak pahasına.
Hiç dikkat ettiniz mi, futbolcular -belki mecburiyetten- yeşil sahaya tükürünce ne kadar kötü oluyor. Adam bir an ürperiyor. Hatta yüzücüler denize, havuza tükürseler yine insanın midesi bulanıyor.
Şunu burada özellikle belirtmek isterim ki; Sivas'lı çekirdek kabuğundan başka hiçbir çöpü yere atmaz. Bu çekirdek meselesinde ise geçmişe göre 'Artık çekirdek kabuklarını yere atmayalım' diyenlerin sayısı artıyor. Yoksa Sivasımızın insanı kadar temizliğe düşkün olanı yoktur. Kapılarının önü tertemiz, özellikle tahta eşikleri parıldatacak kadar fırçalayan, halısını, kilimini her sene büyük bir titizlikle yıkayan Sivaslımızın temizliği dillere destandır ve hakikaten dünyaya örnek gösterilecek güzelliktedir.. Ben inanıyorum ki en kısa zamanda, bu çekirdek kabuğu konusu da halledilecektir.
Sinemalarda ısrarla kabuklu yemiş yenmeyeceği yazılı olmasına rağmen, seyircilerin yine de çekirdek yediklerini ve bir kuralı ihlal etmenin dayanılmaz zevkini tatmak için kabuklarını da yere attıklarını çok görmüşümdür.
Bu bakımdan yazlık sinemalar güzel olurdu. İstediğin kadar ye ve keyfince at çekirdek kabuklarını ayaklarının altına.
Çekirdekleri yiyip kabukları ile yerde tablo oluşturmakta bir hayli gayretliyiz. Bildiğiniz gibi çekirdekler rengarenk olmasa da desen desendir; kimisinin beyazı daha çoktur, kimisinin siyahı. Kimi de zebra derisi gibi desenlidir. Hani bazen pijama giymişler gibime gelir. Yere atmakta otuz sene öncenin alışkanlığından bir şey kaybetmedik amma bir şey değişti; çekirdek satanlar artık ;
-Taze kavrum şemşameeer, diye icra-ı sanat etmiyorlar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Şadiye ÖZTÜRK Arşivi