Şadiye ÖZTÜRK

Şadiye ÖZTÜRK

VAHDET-İ VÜCUT (KİTAP TAHLİLLERİ)

İbn Arabî'nin Sistemi: Vahdet-i Vücut (Varlığın birliği) Bu sistem, kuşkusuz, varlığı hissin ulaşabildiği şeylerden ibaret görüp, tecrübenin elde ettikleri ile sınırlayan ve Allah-ı müsemması olmayan bir isim kabul eden materyalist bir sistem değildir. Aksine bu sistem özünde ve detaylarında bütünüyle manevi bir sistemdir. Ulûhiyeti, varlıkta birinci mertebeye koyar. Ve Allah'ı ezeli hakikat ve mutlak vacip varlık kabul eder.
İbn Arabî'ye göre Allah, var olmuş ve olacak her şeyin aslıdır. Şayet aleme bir varlık nispet edilirse, bu varlık şahsa nispetle gölgenin varlığı, görülen şeylere nispetle aynalarda ki suretlerin varlığı gibidir. Kendinde alem ise, sadece bir hayal, hakikatin anlaşılması için tevil edilmesi gereken rüyadır. Hakiki varlık, sadece Allah'ın varlığıdır. Bunun içinde, Hakkın varlığına delil gerekmemiştir. Kendisine delil olana delil aranır mı Hatta hissetmiş olduğumuz bütün varlıkların kendisiyle zuhur ettiği 'Nur'un varlığına delil aranır mı Hak, kuvvetli ışığının gözünü kararttığı insana perdeli kalan güneş gibi, zuhurunun şiddetinden dolayı gizlenmiştir.
İbn Arabi'nin sistemi, Allah'ın varlığını kabul etmede çok nettir. Fakat bu 'Allah', nefsinde her şeyi içeren, her varlığı kuşatan, her mevcudun sureti ile zuhur eden Allah'tır.
Fakat halk, yani zahir alem, sürekli bir değişme ve başkalaşma içindedir. Yada yeni bir yaratılma içindedir diye biliriz. Hak ise ezelden beri olduğu üzeredir. İbn'ül Arabî, alemin yaratılmasından bahseder, fakat bununla, yoktan yaratmayı, ya da belirli zamanda alemi var etmeyi kastetmez. Ona göre yaratma, yok olmayan sürekli tecellidir. Hak sayısız suretlerde zuhur etmektedir. İbn'ül Arabi'ye göre Hak varlığın ruhu, alemde onun zahiri suretidir.
Bir sayısı kendisinde zuhur eden rakamların aynı olduğu gibi, Münezzeh olan Hak'ta teşbih edilen halktır. Hak ve halk arasında ki ayrım, itibaridir; Halk Halik, Halik'te Halktır. Çünkü hakikat birdir.
Bir olan hakikat sadece zıtların kabulü ile bilinir! Fakat bu cahillerin şaşkınlığıdır. Hakikatin sırrına muttali olanların, yani Vahdet-i vücudu bilen ariflerin ise, bir başka hayreti vardır. Bu da, Hakkı her tecelligahta gören ve her surette onu ikrar edenlerin hayretidir. Onların hayretinin sebebi, sürekli olarak suretlerde Hak ile beraber hareket etmeleridir.
Böylece İbnü-l Arabî, Vahdet-i Vücudu benimsedikten sonra, İnsanların kendi inançlarına göre çeşitli şekillerde tasvir ettikleri, akıl ve kalplerinin dilediği şekilde özellik verdikleri İlahı benimsemez. Çünkü ona göre itikatlarda ki İlah, insanın ürünüdür. Her inanç sahibi kendi istidat, ilim ve manevi derecesine göre o ilahı tasavvur eder. İbnü-l Arabî'nin hatta Vahdet-i Vücudu benimseyen tasavvuf ehlinin ilahı ise, kendisini sınırlayacak bir suret, onu tanımlayacak ya da takyit edece bir akıl tanımaz. Çünkü O, ibadet edilen şeyde ki gerçek Mabud, her sevilen şeydeki gerçek sevilendir. İbnü-l Arabî'ye göre gerçek Arif, ibadet edilen her şeyi Hakka ibadet edilen bir tecelligah olarak gören kimsedir.
Haktan başkasına ibadet eden, ibadet ettiği şeyin hakikatini bilmemiştir. İtikat sahibi kendi inancında ki ilahına ibadet edip, diğer inanılan ilahları inkar eder. Bir kimse Hakkı över, bilmez ki o, aslında kendisini över. Çünkü inandığı ilah kendi ürünüdür, dolayısıyla kendisini övmektedir. Bu kişi kendisine Allah hakkımda soru sorulduğunda 'Suyun rengi, kabının yengidir' diyen Cüneyd'in ne demek istediğini bile bilseydi, Başkasının ibadet ettiği şeyi inkar etmezdi.
İbnü-l Arabî'ye göre ibadet edilen Ezeli, kadim, bütün varlık suretlerini ayakta tutan cevherdir. İbadet eden ise, bu cevher ile ayakta kalan surettir. Suretlerden her biri Hakkın ulûhiyetini ifade eder. Mabutlardan her biriside Onun vecihlerinden birisidir. (Yani, İbadet edende, edilende aynı oluyor.) Her neye ibadet ederseniz, Allah'tan başkasına ibadet etmiş olmazsınız.
İbnü-l Arabî'ye göre ibadetlerin en yücesi, kul ile ilahın zatı birlik sağlandığı yani kulun Mabud, Mabudun kul olduğunu zevk yolu ile bilmekle olur.
Hallaç, tasavvufta felsefi düşünceye yönelen ilk kimsedir. Bu düşüncenin özünü, Allah'ın ademi kendi sureti, yani ilahi suret üzerine yarattığını belirten meşhur israilyet uydurması sözde hadis oluşturmaktadır. Hallaç, hulul nazariyesini buna dayandırmaktadır.
Bu düşünce daha sonra tasavvuf felsefesine uzun tesirler bırakan bir inkılaba sebep olacaktır. Bu düşünce, insanın ilahlaştırılması ve onu özel bir yaratık türü kabul edilmesidir. Başka hiçbir varlık, lahutiliğinde insana denk değildir. İbnü-l Arabî, Hallaç'a ait bu düşünceyi benimsemiştir.
İbnü-l Arabî'ye göre insan, Hakkın en kamil tecelligahıdır. Çünkü O, en değerli özettir. 'Cami' varlıktır. İnsan, bütün varlık hakikatlerini ve mertebelerini cem etmiştir. Bunu için bütün yaratıklar içinde sadece insan, Allah'ın halifesi olmayı hak etmiştir.
İnsanı Kamil: İbnü-l Arabî'nin pek çok ifadesinde beşer cinsiyle eşit anlamda kullanılsa da, gerçekte insanlığın en üst mertebeleri için geçerlidir. Bu da Peygamberlerin ve velilerin mertebesidir. Mutlak manada insanı kamil Hz. Peygamberdir. Fakat bu, Resul olarak gönderilen 'Muhammed Peygamber' değil, 'Hakikati Muhammediye' ya da 'Ruhi Muhammedi'dir. Çünkü O, zatı ilahiye'nin isim ve sıfatlarının en kamil mazharıdır. Böylece onu tabiatı üçün birliğini olmuştur. O, Hakkın kendinde tecelli ettiği ilk ferttir.
İbnü-l Arabî şöyle der: Allah alemi yarattığında alem, ruhu olmayan bir gölge, adeta parlatılmamış bir ayna gibi idi. Emr'i ilahi bu aynayı cilalandırmak istedi. Adem bu aynanın cilası ve ruhu oldu. Göz için gözbebeği ne ise, Hak için insanı kamil de odur. Nasıl ki göz, göz bebeği ile görürse, insan da kendisiyle Hakkın kendisini gördüğü tecelligahtır. (Yani, Allah, insanı, ancak insanla görüyormuş!)
Yazarın not'u: 'İbnü-l Arabî' nin, Vahdeti vücudu anlattığı 'Füsusü-l Hikem'i' tam otuz beş sene araştırarak şerh eden kişinin yazdıklarını sizlere sunuyorum. Bu yanlış inanışlara ne yazık ki tasavvuf ehlinin yüzde doksanı düşmüştür. Okuyan insanlarımızı aydınlatmak için bu kitap tahlilleri devam edecek inşallah:'

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Şadiye ÖZTÜRK Arşivi