Bundan bin yıl önce Karahanlılar döneminde yaşayan Yusuf Has Hacib, doğduğu Balasagun şehrinden Kaşgar’a giderek dönemin hükümdarına sunduğu Kutadgu Bilig adlı eseriyle Türk-İslam kültür tarihinde silinmez bir iz bırakmıştır.
“Mutluluk Veren Bilgi” anlamına gelen bu eser, hem bir siyasetname, hem ahlaki bir rehber, hem de hikmet dolu bir hayat kılavuzudur. Toplumu, devleti, adaleti ve bilgiyi sembolik karakterler üzerinden anlatır. Fakat eserin en çarpıcı yönlerinden biri, sonunda yer alan ve yazarın yaşadığı çağın bozulmuşluğuna dair içten bir feryatla kaleme aldığı bölümdür.
Bin yıl sonra, bu satırları yeniden okumak, sanki çağdaş bir kalemin yazdığı satırları okumak gibi... Aşağıda, Kutadgu Bilig’in sonunda yer alan “Düzen Bozulunca” başlıklı o dikkat çekici bölümün sadeleştirilmiş hâli yer alıyor. Bu metni okurken, acaba ne kadar değiştik, ya da aslında hiç değişmedik mi, siz karar verin:
“Ey bilge kişi dikkat et. Günümüzde işler tamamen değişti. Bilgi sahibi olanlar küçük görülüyor. Bir kenarda sinmişler, aklı erenler, dillerini yutmuş gibi ağızlarını açamıyor.
Ülkede kötü insanlar çoğaldı, uysal kişiler ayaklar altına kaldı. Uğursuzların yüzünden baş açamıyorlar. Şarap ile yüzlerini yıkayıp ibadet bırakanlar saygı görüyor. İçki içmeyenler cimri sayıldı. İstedikleri gibi at koşturuyorlar. Fesat karıştırıp kötülük yapanlar mert sayılıyor. Namazına orucuna devam edenler
bozguncu sayıldı.
Helâl büsbütün ortadan kalktı, haram çoğaldı. Helâlin adı kaldı. Onu şimdikilerde gören bilen yok. Haram kapış kapış gidiyor; ama bir türlü doyan da harama haram diyen de yok. Onu bırakıp helâl yiyen ise hiç yok.
Dünyanın hâli tamamen değişti. İnsanların gönlü ile dilleri birbirine uymuyor. Hâl böyle olunca ben bilgiyi, yüzde bir işte bile kullanamam. Halktan vefa gitti. Yerini cefa aldı. İtimat edilecek, kendine güvenilecek kimse çok azaldı. Akrabalar arasındaki yakınlık kalktı. Kardeşlik uzaklaştı. Candan arkadaşlık hiç kalmadı. İnsanları ancak para birbirine yaklaştırdı.
Küçüklerde terbiye, büyüklerde bilgi kalmadı. Kaba insanlar ortalığı doldurdu, nezaket çoktan kalktı, nazik insanı nereden bulacaksın?
Emanetin adı kaldı, yerine getiren yok.
Nasihatin sözü var, özünü tutan yok.
Marufu emreden kim, münkeri nehyeden kim?
Satıcılar emanetleri götürdü, ustalar nasihatlerini terk ettiler.
Bilen kişi sözünü dosdoğru söyleyemez oldu.
Kadınlardan haya gitti.
Doğruluk, yerini nice eğriliğe bıraktı.
Allah rızası için iş gören tek bir kul kalmadı.
İnsanların hepsi paranın kulu oldular. Zengine boyun eğdiler.
Cemaatler çok camiler az idi, şimdi camiler çoğaldı, cemaat azaldı.
Müslümanlar karıştı, birbirlerinin etlerini yiyorlar. Kâfirler ise tam bir huzur içinde yaşıyor.
Müslümanların malı çalındı, yağma edildi.
Bozgunculuk ve kötülük o kadar sesini yükseltti ki geceleri uyunmuyor. Kur'an sesi, ilim sesi gelmez oldu.
Gönüller katılaştı, diller yumuşadı. Doğruluğun kendisi uçtu gitti, kokusu kaldı.
Oğul babaya babalık eder oldu.
Hayat zorlaştı, endişe çoğaldı. Hırs ve tamah arttı, huzur kaçtı.
Fakir, dul ve yetimlere şefkat gösteren yok. Dünyayı bir başka kalıba soktular da hayrete düşen kimse yok.
Oğul kız, babaya saygıyı bıraktı. İhtiyar kelimesi, hakaret sayıldı.
Düzen değişti, yasalar bozuldu; ak ve kara ayırt edilemez oldu.
Her şeye gücü yeten Rabbim, sonumuzu hayırlı kılsın. Bu fitne, belâ ve kötü gelenekleri ortadan kaldırsın.”
Bu sözler yaklaşık bin yıl önce yazılmış. Şimdi durup düşünme sırası bizde. Bu satırları bir hikmet ehli kaleme almış ama acaba biz bu hikmetleri yaşıyor ya da yaşatabiliyor muyuz?