
Şadiye ÖZTÜRK
Çocukluğumuzun Sivas ında Kış Eğlenceleri.
2016 senesinin bu ilk haftasında dışarda yağmakta olan yoğun kar ve Sivas'ın kış iklimi kimyası gereği meydana gelen ve de penceremden keyifle seyrettiğim, şehrin o beyaz örtüsü; aldı beni bu zamandan, götürdü çocukluğuma.
Gerçek sebeplerini öğrenmeye devam ettiğimiz bir takım menfî müdahalelere, yoksulluklara ve yoksunluklara rağmen, Osmanlı İmparatorluğunun kültürel genetiğinin, bütün yaşantılarımıza sirayet eden tesiriyle de olsa gerek, dînimize ve genel adaba muhalif olmayan çok sayıda kış eğlencelerimiz vardı. Tabiî ki diğer mevsimler için de bu böyleydi.
O zamanlarda; sosyal hayatımızı alt üst eden, beşeri ve ailevî münasebetlerimizi hasta eden, en değerli zamanlarımızı bile yutup yok eden, bu televizyon ve cep telefonu gibi, bazen faydası da olan cihazlar yoktu.
İnsan psikolojisinde ilklerin tesirinin kalıcılığını da hesaba katarak, yılın bu ilk haftasında, bu kış eğlencelerinin tatlılarından başlayayım diye düşündüm ve aklıma ilk gelen Sivas'ımızın meşhur 'tel helvası' oldu.
Uzun kış gecelerinde, özellikle akraba misafirliklerinde, eksiksiz hazırlanılsın diye önceden haber verilerek, eski tip o ahşap evlerimizin, kış mevsimleri de düşünülerek yapılmış o küçük odalarında, önceden sözleşmiş olan aileler, çoluk çocuk tam tekmil birlikte otururduk. Ev sahibi olan annemizin; eme, yenge, teyze veya diğer bayanların ilk işlerinden biri, tel helvasının miyanesini (su ile şeker kaynatması) kaynatmak olurdu. Birçok evde, odadan mutfağa açılan bir servis penceresi bulunurdu; kışın yakılan sobanın borusunun, mutfaktan geçirilip bacaya bağlandığı evler de vardı; her ikisi de aynı zamanda mutfağın ısınmasını da sağlardı. Oturulan odalarda, kilim veya halı serili makat/sedir, bunların üzerinde genelde halı kaplamalı ot yastık ve büyük minderler bulunurdu. Büyükler buralarda, daha küçükler yer minderlerinde otururlardı; küçük çocuklar da kendilerine gösterilen yerde otururlar veya orta yerde koşar oynarlardı. Kadınlar ve kızlar ev sahibinin tahsis ettiği odada veya daha çok mutfakta ve de soba başında olurlar, misafirliğin ve kış eğlencesinin tadını tuzunu, mutluluğunu artırmak ve programın aksamaması için ellerinden gelen gayreti, azamî olarak sarf ederlerdi. Kaynayan miyanenin kıvama gelip gelmediğini anlamak için, bir çay bardağına soğuk su doldururlar, içine kaynamakta olan miyaneden bir çay kaşığı dökerler, dökülen mayi bardağın dibine ulaştığında yumuşak bir 'tık' sesi gelmişse miyane oldu derler, ocaktan/sobadan indirirlerdi. Evlerimiz genelde bahçeli, bahçe duvarları yüksek, kapısı kanatlı idi, tuvalet ve çeşmelerimiz/lavabolarımız evlerimizin dışında, bahçede bulunurdu. Miyane sıcakken bir leğençeye (derince yuvarlak tepsi) dökülür, genç erkeklerden birine verilir, bahçeye, kalın bir kar tabakasının üstüne konması istenir, böylece miyanenin donması sağlanırdı. Bu merhalede helvanın unu da bir tavada yağsız olarak kavrulur, soğutulur hazırlanırdı. Komşulardan, o evde tel helvası yapılmakta olduğunu bilen varsa, nadiren de olsa, şakasına, bahçeye bir şekilde girer, miyaneyi çalar, karşılığında, yapılacak olan tel helvasının ikramından istifade ederlerdi. Miyane donduktan sonra içeri alınır, erkekler tarafından leğençeden kavlatılır, yuvarlanarak ve sıkılarak uzatılır, ikiye katlanarak tekrar sıkılır, bu muamele, yeterli yumuşama ve sünme kıvamı sağlanana kadar birkaç defa tekrarlanırdı. Bu halde iken de büyük bir tepsiye konmuş ve yayılmış olan kavrulmuş unun içine, iki ucu yapıştırılarak, yuvarlak yapılır yatırılır ve birkaç kişi tarafından defalarca sıkılarak, genişletilerek, tekrar sekiz yapılıp aynı işlemlerden geçirilerek, iyice una bulanması ve ince ince, tel tel olması sağlanarak helva tamamlanırdı. Ayrıca, tatlı olarak kandillerde tereyağlı un helvası; dînî bayramlarda sarığ burma ve kalbur hurması, kaymak gibi tatlılar da yapılırdı.
Kar yağdığında çok mutlu olur, dersimiz ve ödevimiz yoksa kışlıklarımızı giyer, şapka ve eldivenlerimizi takar, sokağa çıkardık. Akranlarımızla buluşur, takımlar kurar, kardan kaleler/duvarlar yapar, siper edinir, kartoplarımızı arkasına hazırlar, karşılıklı kartopu savaşları ve 'en büyük kardan adam yapma' yarışları yapardık. Tahtadan yapılan elcekli kızaklarımız, demir patenlerimiz vardı; bunlarla, hafif meyilli ara sokaklarda saatlerce kayarak eğlenirdik. Kızaklarımızın üzerindeyken birbirimizin ayaklarını tutarak kızak katarları oluşturur kayardık; üşümek nedir bilmezdik, aynı zamanda soğuğa karşı dayanıklılığımız da artardı.
Evlerimizde, baba ocağının ve ana kucağının manevî sıcak iklimine ilaveten, odalarımızı ısıtan kuzine sobalarımız ve bunların üzerinde sıcak su güğümlerimiz vardı. Bu sobaların fırınlarına, yeri gelir patates, yeri gelir kestane ve benzeri yiyecekleri atar, közler, ya misafirlik ortamında, ya da ailece, güle eğlene yerdik. Yatma saati yaklaştığında odalar arasındaki camekanlı bölmeler açılır, ısının her iki odaya da dağılması sağlanırdı. Işıklar söndürülüp, o mis gibi yün yatak ve yorganlarımızın arasına girdiğimizde, sobanın ateşinin şavkının/ışığının, sobadan sızabildiği kadar kısmının, odanın duvarlarındaki veya tavanındaki dansını seyrederek ve adeta bu dansa eşlik edercesine, su güğümünün çıkardığı ısınma veya kaynama sesinin nameleriyle/ninnisiyle, deliksiz bir uykuya dalardık. Bu günkü kadar bolluk ve zenginlik yoktu; lakin, insanî münasebetler, bereket, sağlık ve mutluluk, daha fazla olarak vardı.
Sabahleyin dışarı çıktığımızda eğer sokaklarımız gece yağan kar ile dolmuş ise, büyüklerimiz bize okul yolu açmak için seferber olurlardı. Biz de gücümüz nisbetinde onlara yardım etmeye çalışırdık. Bu iş bile bir eğlence havasında yapılırdı. Şakalaşmalar ve karda boğuşmalar olurdu. Okul/mektep bahçelerinde de, çoğu zaman hocalarımızın da dahil olduğu benzeri oyunlar oynardık.
Okuldan eve döndüğümüzde, eğer evde kış yemeklerinden biri; paça veya kemikli kıyma da katılarak pişirilen peskütan çorbası gibi çorbalar veya kare şeklinde kesilip, arasına et veya patates gibi iç harcı konulup bükülerek, üçgen haline getirilip pişirilen hamurdan yapılan hıngel; ya da arasına malzeme konmayan, küçük küçük kesilmiş, kurutulmuş ve haşlanmış hamurun pişirilmesiyle hazırlanan mantı; işkembe dolması; içli köfte veya mumbar dolması gibi yemekler veya doğranmış bayat ekmek üzerine, kavrulmuş kışlık kıymalı ve bol sulu tirit dökülerek hazırlanan kelecoş, pişiriliyor veya bunların hazırlığı yapılıyorsa; o mis gibi kokuyu alır, mutlu olur, hafif bir heyecanla akşamı beklerdik. Bunlar bile bizim için birer kış eğlencesi mesabesindeydi. Hıngel, mantı ve ıspanak gibi yemeklerin üzerine genelde sarımsaklı yoğurt dökülür ve bunun da üzerine bol tereyağlı kızgın tirit dökülür, bu dökülme esnasında 'cosss' diye çok hoş bir ses çıkardı. Bu lezzetli yemekleri iştahla yer, Allah'a hamd ve dua ederdik. İçli köfte, işkembe dolması ve hıngel gibi içli taneli yemeklerde, tanelerin içine dezenfekte edilmiş/yıkanmış temizlenmiş, nisbeten büyük, elbise düğmesi konulur, kime çıkarsa onun, bir miktar harçlık verilerek veya giyecek alınarak mükafatlandırılacağı sözü verilirdi. Böylece yemeği yeterince çiğneyerek yemeye, paylaşmaya, yemekte neşeli olmaya, artırıp israf etmemeye de alıştırılırdık. Bu doğrultuda ve buna benzer, el yıkama ve besmele çekme gibi sofra adabı, büyüler tarafından, gücendirmeden, genelde lisan-ı hal ile sağlanırdı. Verilen söz mutlaka yerine getirilir, düğmeyi bulan mükafatlandırılır, şakayla da olsa kimse kimseyi, özellikle de büyüklerimiz bizleri kandırmazlardı. Bu erdemli büyüklerimiz, böylece çocuklara ve gençlere, yani bize, erdemli insan örneğini de, tabî ve kasıtsız olarak sunmuş olurlardı.
Bütün bu meşru oyun, eğlence ve ananelerimiz; aile, akraba, komşuluk ve arkadaşlık ilişkilerimizin samimiyetini artırır, birlik şuuru aşılar, bizleri sağlıklı, mutlu ve başarılı kılardı.
Güzel Sivas'ımızın, yazmakla bitmeyecek, bu ve buna benzer nice kültürel ve ahlakî zenginlikleri vardır. Bunları da anlatmak, korumak, yaşamak, yaşatmak ve devam ettirmek, en önemli mesuliyetlerimizdendir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.