DEVLET-VAZİFE-VAKAR

Adab ile varılan paye, izzettir;

İzzet ile kurulmuş nizam, kitâb-ı devlettir.

Tarih sahnesinde onlarca devlet ile maruf olan Türkler, kurdukları sistemlerini bir terbiye mektebi, ahlâk nizamı ve temsil şuuru olarak görmüşlerdir. Bu şuur, fermanlardan ve kanunlardan evvel uygulamada ve tavırlarda tecelli etmiştir. Bu sebepledir ki tarih boyunca devlet adamı, sözünden önce tavrıyla değerlendirilmiştir.

Devleti temsil edenler, şahsiyetini makamın edebiyle terbiye etmelidir. Bilge Kağan’ın budununa ihtimamı, Melikşah’ın tebasına samimiyeti, Orhan Gazi’nin halkına rikkati, Ömer bin Abdülaziz’in adalete olan hassasiyeti, bu temsil ahlâkının farklı zamanlardaki tezahürleridir.

Bizim geleneğimizin özü, toplumun gönlüne girebilmek için tebessümü esirgemeyen, fakat devletin heybetini de bir lahza bile yere düşürmeyen bir duruştur. Devlet adamı, milletle temas kurarken dengeli bir mesafeye özen göstermelidir. Bu mesafeyi kaldırdığında izzetin sarsılacağını da idrak etmelidir. İşte bu idrak, milli terbiyenin mihveridir.

Son zamanlarda maalesef bu mihverin bulanıklaştığına şahit olmaktayız. Hususen il ve ilçe belediye başkanları arasında tuhaf bir teşhir yarış almış başını gidiyor. Belediye başkanlarının sosyal medya mecralarında sergilediği hâller, resmiyetin ağırlığına gölge düşürüyor. Hizmetin tanıtımı bahanesiyle yapılan kayıtlarda, ciddiyetten uzak tavırlar, el kol hareketleriyle süslenen lüzumsuz diyaloglar, makamları hafifletip ayaklar altına alıyor. Halkla yakınlık kurma iddiası taşıyan abeslikler yumağı, çoğu kez ciddiyeti zedeliyor. Maalesef bazıları, makam cübbesini soytarı gömleği ile karıştırıyor.

Kadim anlayışımız, icraatı pazarlamaz. Modern zamanların aksine kişiden evvel müesseseyi önceler. Çünkü makam sahibinin kendisini ön plana çıkardığı her sahne, devletin arka planda kalmasına sebebiyet verir.

Fakat bundan daha hazini, bazı kesimlerin bu görüntüleri “ne kadar halkçı, ne kadar sıcak” diyerek alkışlamasıdır. Bir kısmı da kendi yöneticisine bakıp “bizimki de keşke böyle olsa” deme garabetini göstermesidir. Ancak ortalarda dolaşan şaklabanlık manzaraları, vitrin idaresinden başka bir şey değildir. Esas olan ise şefkatli muamele, izzetli tavırdır.

Sosyal medya üzerinden kurulan bu yeni ve kontrolsüz dil, devlet geleneğinin alışık olmadığı bir üsluptur. Sürekli konuşan, sürekli görünen, sürekli kendisini sergileyen bir yönetici purofili ortaya çıkmıştır. Oysa devlet hafızası, anlık beğenilerle şekillenmez ve görünürlükten ziyade devam ve istikrarı dikkate alır. Günübirlik alkışlar, kalıcı hürmetin yerini tutabilir mi? Haliyle bugün tebessümle karşılanan bir tavrın, yarın ciddiyetsizlik olarak kayda geçebileceği unutulmamalıdır.

Buna ilaveten, hizmetleri tanıtacağım diye maskaralığı andıran hareketler ile bu hareketleri sanattan yoksun filimlerin replikleriyle destekleme temayülü, tam bir savrulmadır. Ne hazindir ki bu savrulma, gün geçtikçe daha geniş bir sahaya yayılmaktadır. Belediyelerle başlayan bayağılık eğilimleri, muhtelif kurumlarla birlikte, üniversitelere ve hatta mülki idareye bile bulaşmış durumdadır. Oysa mülki idare, devletin merkezî aklını taşraya taşıyan bir müessesedir. İhtiyatlı, temkinli ve kemalatlı bir dile sahiptir. Bu dil zedelendiğinde, milli bütünlük zarar görür. Çünkü temsil yetkisi, zincirleme bir etki üretir. Bir halkada yaşanan gevşeme, diğer halkalara da sirayet eder ve milletin kalbinde büyük bir itimat boşluğu açar.

Bir diğer sorun ise yerel siyasetçilerin yetki ve sorumluluklarının dışına çıkmalarıdır. Yerel yönetim, mahallî ihtiyaçlara odaklanmakla kıymet kazanır. Sokak, cadde, park, su, kanalizasyon, ulaşım, kültür ve çevre nizamı gibi meseleler, belediyenin asli sahasıdır. Bu sahadan kopup, genel siyaset diliyle konuşmak, her meselede kanaat beyan etmek, her olayda görünür olmaya çalışmak, makamın sınırlarını çiğner. Hududu aşan temsiliyet, muhakkak ki hafifler. Hafifleyen temsil, ciddiyet kaybına yol açar. Ciddiyet kaybolduğunda ise hizmetin itibarı sarsılır.

Devlet terbiyesi ve adabı ile ilgili bizim bu düşüncemize karşı bazıları geçmişin asık suratlı ve ceberut idaresini örnek gösteriyor. Hâlbuki geçmişte müstebit anlayış, ayrı bir muhasebenin konusudur. O dönemlerde halkla kurulan mesafenin zaman zaman duvara dönüştüğü inkâr edilemez. Lakin bugünün puroblemi, ölçünün yok edilmesidir. Ölçü ortadan kalktığında edep kaybolur. Edep kaybolduğunda hürmet aşınır. Hürmet aşındığında ise otorite sarsılır. Bu zincir, kamu düzeninde sessiz fakat yıkıcı bir seyir izler.

Filhakika, bahis mevzusu olan mesele, bir iletişim tercihi olmanın ötesindedir. Bu mesele, devlet fikrinin zihinlerde nasıl kavrandığıyla ilgilidir. Devlet, alkış arayan bir yapı şeklinde algılanmaya başlandığında, hem irade hem de idare zayıflar. Sonuçta hepimiz zarar görürüz.

Bugün ihtiyaç duyulan şey, idarenin yeniden salahiyet sınırlarını hatırlamasıdır. Belediye başkanı, şehrin düzenine odaklandığında, vali, devletin vakarını muhafaza ettiğinde, diğer kamu görevlileri emanet şuurunu şahsi arzularının önüne koyduğunda denge yeniden kurulur. Devlet teşkilatı, bu denge sayesinde ayakta kalır ve insanımıza daha kaliteli hizmet sunar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Alper Duran Arşivi