
Şadiye ÖZTÜRK
JOHN NASH´IN ARDINDAN
Geçtiğimiz Perşembe 23 Mayıs'ta günümüzün en popüler dehası, ''Akıl Oyunları'' filmine esin kaynağı olan John Nash eşiyle birlikte geçirdikleri trafik kazasında hayatlarını kaybettiler.
Dünyaca ünlü gayr-i müslim dehaların yaşadıkları hezeyanlar hep ilgimi çekmiştir.Gençlere özellikle bu dehaların biyografilerini okumalarını tavsiye ederim. Zira geneli aklî ilimlerle uğraştığı halde bu süreçte tek sermayeleri olan akıl sağlıklarını ya yitirmişler ya da ciddi sorunlar yaşamışlar.
İsterseniz hayatlarına kısaca bir göz atalım. Gelmiş geçmiş en yüksek IQ'ya sahip olduğu düşünülen Yahudi asıllı Alman teorik fizikçi Albert Einstein asperger (sosyal ilişki kurmada sorun yaşama), disleksi (kolay işlemleri yapamama, zaten bu yüzden ilkokul öğretmeni tarafından geri zekalı diye okuldan atılmıştır) hastasıydı. Klasik müzik bestecisi Alman Ludwing Van Beethoven asperger bozukluğu ve takıntı gibi sorunlar yaşıyordu. Hollandalı ünlü ressam Vincent Van Gogh şizofreni, asperger bozukluğu, klasik batı müziğinin en üretken ve etkili bestekarlarından Avusturyalı Wolfgang Amadeus Mozart tourette sendromu (tik hastalığı), İngiliz fizikçi, matematikçi ve astronom Isaac Newton da yine şizofren ve asperger bozukluğu gibi psikolojik ve sosyolojik sorunlar yaşayan insanlardı.
Oysa İslam dünyasından çıkan bilim adamları bu tarz rahatsızlıklar yaşamaları bir yana, onlar bulundukları çağda birçok insanın psikolojik sorunlarına derman olmuşlardır. Bunun altında ki en önemli nedenin maneviyat olduğunu düşünüyorum. Gayr-i müslim bilim adamlarının yaşadıkları yüzyıllarda dinle hiç temas etmediklerini düşünmek, o dönemin şartlarına da çok uygun bir düşünce olamaz. O halde İslam coğrafyasında yaşayan ve İslam inancından beslenen bilim adamları sakin bir hayat yaşayıp sapkın işler yapmazken diğer coğrafyalardan çıkan bilim adamlarının kendilerini toplumdan soyutlamaları, çeşitli psikolojik sorunlar yaşamalarının sebebi ne olabilir Bu kadar zeki insanların iman şekli, diğer insanların genelinin yaptığı gibi taklidî iman şekline benzemesi beklenemez. Onlar bulundukları toplumun inanç sistemini elbette ki daha fazla sorgulamış, kainat ve yaratılış üzerine daha derin kafa yormuşturlar. Gayr-i müslim bilim adamlarının genelinin ilerleyen yaşlarında ateist olmaları, birçok toplumun sapkınlık olarak gördüğü davranışlar sergilemelerinin tek bir sebebi olabilir. Aradıkları cevapları inandıkları dinde bulamamalarıdır. Bu nedenle inancın yer almadığı sadece akıllarının algıladığı kadarıyla bir yaşam sürdüler ve bir yanları hep yarım kaldı. Zaten yaşam şekilleri duygu ve düşünce dünyalarının tam doyurulmadığını, aç kaldıklarını gösteriyor.
Oysa islam coğrafyasında yaşamış bilim adamlarının tam zıt yönde bir ömür sürdürdüklerini görüyoruz. Farabîler, İbn-i Sinalar, Ali Kuşçu, Mimar Sinan, Kindi, Battani, Razi gibi alimler matematik, fizik, astronomi, kimya, tıp, mimarî gibi birçok alanda çalışma yapmış, eser bırakmış bilim adamlarıdır. Bu alimlerin dinlerinden uzaklaşmadıkları gibi aksine islam dinine yaklaştıklarını, inançlarını yaşamlarının merkezine yerleştirdiklerini görüyoruz. Doğal olarak İslam dininin akla gelen sorulara cevap verebildiğini, duygu ve düşünce dünyalarını doyurabildiğini görüyoruz. Hatta birçok din aliminin iyi bir bilim adamı, bilim adamının da iyi bir din büyüğü olduğunu müşahede edebilirsiniz.
Nash'ın ölümü üzerine aklımdan bu düşünceler geçti. Keşke bu değerli insanlara hayattayken dokunabilseydik, İslam diniyle temas etmelerini sağlayabilseydik. Belki de yeni bir Farabî, İbn-i Sina çıkardı. Allah her şeyin en iyisini bilir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.