
Şadiye ÖZTÜRK
NELER OLUYOR
Türkiye, çok ciddi bir karar alarak yurt içinde ve dışında eş zamanlı terör örgütleriyle mücadelede etmeye başladı. Dışarda DAEŞ ve PYD'ye, içerde bunlara ek olarak DHKP-C'ye sıkı bir operasyon başlattı. Olayın büyüklüğünü anlamak için önceki gün izlediğim güvenlik uzmanı ''böyle büyük bir operasyonun hem içerde hem dışarda eş zamanlı başlaması çok isabetli bir karar. Zira terör tesbih gibidir, birine saldırırsan tesbih tanelerinden birini alırsın ama diğer tanelerin dağılmasına sebep olursun. Bu nedenle hepsine aynı anda müdahale edilmesi gerekir. Türkiye devleti doğru bir adım atmıştır'' dedi. Türkiye niye DAEŞ'e PKK'ya müdahale etmiyor diyenler umarım bu işlerin çocuk oyuncağı olmadığını, kafelerde futbol yorumu yapmaya benzemediğini anlamışlardır.
Bunları neden yazıyorum. Dikkat ederseniz Türkiye Devleti bu denli büyük bir operasyonu ''geçici hükümet'' dedikleri Ak Parti ve Davutoğlu ile yapıyor. Asker ''sen geçici hükümetsin, senden emir almam'' diye kafa tutmuyor. MİT ''durmak yok, işe devam'' diyor. Dün HDP hariç muhalafete Mit Müsteşarı ve Genelkurmay 2. Başkanı Davutoğlu'nun emriyle brifing verdi. HDP safını belli ederse onlara da brifing verdiririz denildi. Doğal olarak onlara verilecek bu gizli bilgilerin nerelere servis edileceğinden emin değil iktidar.
13 yıl iktidarda olan Ak Parti bu ülkede tek otoritenin sivillerin olduğunu askere ve başta MİT olmak üzere tüm bürokrasiye öğrettti. Çok şükür güzel ülkemde iç-dış operasyonlar devam ederken bir yandan da koalisyon görüşmeleri devam ediyor. Ekonomi çevreleri beyanat vermek yerine böyle bir ortamda işlerine bakıyor. Gazetelerin ekonomi sayfaları kaostan değil, İran'da kalkan ambargoyu ve yeni yapılacak ticaret hacimlerinden bahsediyor. Yine reytingler dizilerin izlenme oranlarının yüksek olduğunu gösteriyor. Dün Cumhurun Reisi yeni ekonomik yatırımlar yapmak ve Doğu Türkistan'ı görüşmek üzere Çin'e iş adamları, gazeteciler ve danışmanlarıyla çıkartma yaptı.
Bu gelişmeler adı konulmamış başkanlık sisteminin ayak sesleridir. Başkanlıkla yönetilen ülkelerde devlet aygıtı ancak bu kadar senkronize çalışabilir. ''Tek adam, Diktatör'' dediğiniz Erdoğan dişiyle, tırnağıyla kurduğu partinin başına liyakatine, kabiliyetine ve bilgisine inandığı, aynı dünya görüşüne sahip olsa da partiye sonradan dahil olmuş Davutoğlu'na koltuğunu bıraktı. Bunu derken partinin diğer kurucularının liyakatsiz olduğunu söylemiyorum. Partinin içinden seçilecek her hangi bir isim ekibiyle ve özgül ağırlığıyla gelip, partide çok başlılığa sebebiyet verebileceği için başkanlık sisteminde parti dışından, aynen Davutoğlu gibi birisinin seçilmesi daha doğru olmuştur. Zira başkanlık sisteminde partinin başkanı seçim sürecini yönetir ama başkan olmaz. Yani bir ekip kurulur ve bu ekip sürekliliği esas olan devlet aygıtının başına geçer. Sürekli bürokrat ve milletvekili değişimi olmaz. Parlamento daima çalışır, sadece başkanını seçer. Seçilen Başkan ekibini parlamentodan değil, liyakatine güvendiği, uyum içerisinde çalışabileceği kişilerden kurar. Parlamentodan bakan çıkmayacağı için seçilen vekiller, seçildiği bölge için gerçekten çalışmak isteyen kişilerden oluşur. Hangi partiden seçilirse seçilsin hiçbir vekil boşta kalmaz, mutlaka bir komisyonda çalışır. Başkan aldığı her kararı (vergi, iş alımı, yapılacak icraatlar, yatırımlar) parlamentodan onay alarak yapacağı için hem güçlü bir denetleme mekanizması çalışacaktır, hem de hiçbir vekil yan gelip yatamayacaktır. Parlamenter sistemde çalışmak istese dahi bakanların ve komisyon üyelerinin dışında kalan vekillere kimse fikrini sormaz. Kabiliyeti olsa dahi bu sistemin çarkında heder olur gider. Nice istekli, vatansever vekil ''ben de ülkeme faydalı olmak istiyorum'' diye girdiği meclise aradığını bulamadan, keşfedilemeden seçime girmiştir Allah bilir. Eminim ''bu vekiller gereksiz para alıyor, hiçbir iş yapmıyor'' diye eleştiren insanları meclise koysanız, onlarda hayal kırıklığına uğrayacak ve oturdukları yerden boş konuştuklarını anlayacak. Sistem bozuksa, sizin de sisteme uyum sağlamaktan başka yapacağınız bir şey kalmaz.
Başkanlık sisteminin en önemli faydalarından birisi de, ülkede marjinal fikirler zamanla yok olur veya en aza iner. Şöyle ki seçimin son ayağında en yüksek oyu alan iki parti yarışacağı için insanlar kendilerine en yakın ana akıma oy vermek zorunda kalır. Bu, ülkeyi zannedildiği gibi iki kutba ayırmaz. Aksine merkez partileri sürekli iktidar da tutacağı için sağ ve sol görüşlerin merkeze gelmelerini mecburi kılacaktır. Gelin hep birlikte sağlamasını yapalım. Ak Parti ve CHP en yüksek iki oyu alan parti olarak son tura kalsın. MHP büyük oranda Ak Parti'ye oy verecektir, böylece ne islami kanattan ne de milliyetçi kanattan radikal fikirler kendisine yer bulamayacaktır. Beri taraftan İşçi Partisi yeni adıyla Vatan Partisi, DSP, hatta HDP dahi büyük oranda CHP'nin altında toplanacak ve CHP yıllardır beceremediği (her ne kadar isminde geçse de, hiçbir zaman başaramadığı) halkıyla hemhal olmak zorunda kalacak.
Zaten bunun tezahürü değil midir İşçi Partisinin adının Vatan Partisi olması, samimiyetsiz de olsa HDP'nin Türkiye'ye yüzünü dönmesi Bakınsana Türk ulusalcısı, ülkeyi tek millet adıyla kuran CHP, Kürt ulusalcısı HDP'nin avukatlığına soyundu.
Kimse ye'se düşmesin, Allah'ın izniyle devletimiz başımızdadır. Bu ülkenin üst aklı milletimin ferasetidir ve alt akıl ne kadar çırpınsa da adı konmamış başkanlık sistemi ülkede faaliyete başlamıştır. Hayırlı olsun…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.