Şadiye ÖZTÜRK

Şadiye ÖZTÜRK

Sahi, cemreler şehirlere de düşer mi

Çok özlemişim…
Kaç yıl oldu bilmiyorum, kaç yıl… Böylesine yağmurda sırılsıklam olduktan sonra, sobası yanan sıcak sımsıcak bir odaya girip sedire oturduktan sonra pencereden uzakları, çok uzakları, o ipil ipil yağan yağmuru seyretmeyeli, çok oldu…
Biliyorum, yağmur şimdilerde de hep yağıyor. Yağmaya yağmıyor ama o toprak sokağı, o geniş araziyi ve o soba ile ısınan sıcak odada pencereden yağmuru izlemeyeli çok oldu… Çocuktuk ve çok ıslanırdık yağmurda… Yağmur, tarlaların, bahçelerin topraklarına damla damla düşüp, toprak tarafından sindirile sindirle emilişini, sonra yaz güneşinin aniden parlayarak, toprağı buharlandırmasını ve kabartmasını izlemek, çocukluğumuzda kaldı. O gün bugün, bu ortamı yaşayamıyoruz, teneffüs edemiyoruz. O ortam kaybolup yok oldu. Şimdilerde yağan yağmur, asfalt yollarda ve kaldırımlarda önce küçük akıntılar sonra seller oluşturup bir felaket gibi üzerimize üzerimize geliyor.
Yağmur toprakla buluşmuyor artık… Toprak kalmadı şehirlerimizde…
Sahi, yağmur yağdıktan sonraki, güneşin toprağın üzerine şavkımasıyla çıkan o mis gibi toprak kokusunu, toprağın üzerindeki dalgalar halinde yayılan buharları şimdiki nesil hiç görmüş müdür ... Yağmur sonrası çiçeklerdeki, yapraklarda billurlaşan o domur domur su taneciklerine dokunmuş mudur Bir papatyayı dalından koparıp, mavi gökyüzüne bakarak her bir yaprağını özenle koparıp fal bakmış mıdır ...
Yeni kuşaklar şimdi toprağın, yağmurun ve yeşilin hakim olduğu doğayla uyumlu tabiatın kucağında değil, bir apartman dairesinde, bir kreşte ya da bir nevi balkonda bir dünya kuruyorlar kendilerine... Caddeler arasında az da olsa bulunan oyun parklarına ve salıncaklarına, hayatın zorlu koşullarında bir ömür törpüleyen anne ve babalarının ayırabilirlerse haftada bir kaç saatinde ancak çıkabiliyor ve salıncakların salınışında ruhlarına rahatlık bahşeden bir kaç saatine bırakabiliyorlar. Hayat ekonomik cenderesiyle ömrümüzü yeryüzünün tabiliğinden yapay ve yapmacık doğasına mahkum etti. Ve şehirler yeni baştan ekonominin ve rantın mekansal planlamasıyla insanları fiziksel ve ruhsal olarak kuşattı. İnsan şehre şekil verip dizayn ederken, şehirler insanı dizayn eden ve şekillendiren bir mertebeye erişti.
Modern şehirler, beton binalar, asfalt sokaklar, parke kaldırımlar, toprağı hayatımızdan alıp götürdü. Evlerin küçükte olsa muhakkak bahçelerin bulunduğu, her bahçenin bir köşesinde hane halkının yeşil sebzesini karşılayacak kadar küçük bir bostanının yer aldığı ve bir iki çeşit meyve ağacının avlunun bir köşesini gölgelediği zamanlar vardı. Evlerimizin yatay şekilde yer alırdı sokak boyunca… Sokaklar birbirine kucak açtığı, mahallelerin şehre can kattığı dönemlerde, yağmur topraklarımıza yağardı, çiçekleri, çayır çimenleri sulardı. Biz çocuklar yağmurda ıslanırdık.
Gün geldi. Beton ve demir hayatımıza girdi.
Modern şehir planlaması, dikey binaları bitişik nizam usulüne göre sıralayarak beton duvarlarla ufuklarımızı kararttığı bir döneme sürükledi bizi… Ne bahçe, ne ağaç ne de yağmurla ıslanan toprak kaldı. Ve yeni nesil, bu çağın çocukları ayakları toprağa değmeden, yağmur sırtlarını ıslatmadan ve bir çiçeğe dokunmadan büyüyorlar artık…
Artık, topraktan koparılan yeni nesil, yağmursuz büyüyor.
Şehirler ise beton binaların istilası, araçların ablukası altında boğuluyor. İnsan bu boğuşmadan sıkışan ve bunalan her anında kendini yeşilin, toprağın ve ağaçların olduğu bir huzur ve sükûnet iklimine atmak için kaçıyor. Bir tabiat köşesi, bir ırmak kenarı, bir söğüt gölgesi arıyor. Haftasonu dinlenmek ve bir nebze huzura ermek için şehrin beton ve araç kıskacıyla kuşattığı sıkışık sokaklarından, tabiatın geniş ve engin ikliminde soluklanmak istiyor. İster hafta sonu ister yaz tatili ve de ister deniz, ister yayla turizmi ya da doğa yürüyüşü, günümüz insanının sığınağı konumunda şimdi...
Çünkü, insan topraktan geldi, toprağı özlüyor.
Ve insan kendi elleriyle beton, demir ve araç yığınına kaptırdı şehri; şimdi hiç değilse doğayı kaptırmak istemiyor... Derelerin ırmakların ve yeşilin hakim olduğu, rengarenk çiçeklerin, cıvıl cıvıl kuşların ve tabiatın her bir köşesinde kendi halinde yaşayan onca canlının varlığını sürdürmesi için, o bölgelere kurulacak tesislere, santrallare, açılacak maden ocaklarına karşı, 'dokunmayın toprağıma, yeşilime, ormanıma!...' diye yürüyor, bağıyor ve direniyor... Çevre için eylem yapıyor.
Nafile...
Modern çağın insanı sürüklendiği yaşam standartında bir tüketim mekanizmasının dişlisi gibi hep açlığa aşina ve mahkum... Elektriğin olmadığı, iletişim koptuğu, cep telefonun çekmediği, benzinin darlığa düştüğü... bir hayat bugün düşünülemez. Ayakta durabilmek için bu ve benzeri kendi ellerimizle ürettiğimiz ve tüketimini her geçen gün kat be kat artırdığımız herşeyi her geçen gün daha fazla üretmeye mecburuz. Modern yaşamın, insan ihtiyaçlarını karşılaması için gerekli ve zorunlu bunlar.. Her geçen gün kişi başına artan elektrik tüketimini santraller kurulmazsa ne ile karşılayacağız Unutmayalım ki her kurulan santral doğayı tahrip ediyor, toprağı, ormanı, yeşili ve yağmuru elimizden alıyor, bizden koparıyor. Yenilenebilir enerji çare gibi algılansa da yarınki kuşaklarda ne gibi sorunlar doğuracak farkında değiliz. O zaman insan kendi 'toprağına da, yeşiline de, ormanına da' dokunuyor, dokunmak zorunda kalıyor, değil mi ...
İnsanoğlu ürettiği modern gelişimin kıskacında kendini tüketiyor şimdi.
Korkarım ki toprağa, suya ve temiz havaya hasret kalacak bu gidişle yeni nesiller...
Daha dün, çocukluğumuzda yoğun kar yağışının altındaki uzun kış aylarından sonra, cemrelerin birer hafta arayla havaya, suya ve toprağa düşüşünü beklerdik. Hava ısınır, su ısınır ve toprak ısınırdı. Yağmur yağar, çiçek açardı. Leylekler geldiğinde, Sultan Navruz'da, Eğrilce'de, kırlar, bayırlar biz çocukların özgürce koştuğu, çiçeklerin, ağaçların yeşilliklerinde çoştuğu günlerdi...
Şimdi yine cemreler düşüyor... Ama, küresel ısınma bütün bir yeryüzünü kuşattığından, toprak ayağımızın altından kaybolduğundan, cemre nerelere düşüyor bilmiyoruz Fark etmiyoruz da...
Sahi, cemreler şehirlere de düşer mi
Cemreler şehirleri de ısıtır mı

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Şadiye ÖZTÜRK Arşivi