Şadiye ÖZTÜRK

Şadiye ÖZTÜRK

TASAVVUF VE TARİKATLERİN DİNDE YERİ VAR MI (2)

Aynı başlıkla yayınlanan bir evvel ki yazımda üç tane tasavvuf ve tarikat büyüğünden bahsetmiştim. Bunlar, Ene-l Hakk, diyerek sapıtan Hallaç'ı Mansur; Allah, cübbemin içindedir, diye sapıtan Bayezid-i Bistami ve 'Kıyamete kadar benden medet isteyen herkese yardım ederim diyerek kendini ilahlaştıran ve müritleri tarafından Gavs-ı Azam diye tanınan Abdülkadir Geylani idi.
Dördüncü örnek olarak yazacağım Tasavvuf ve Tarikat ehli, diğer üç kişiyi kilometrelerce geride bırakarak öyle bir sapıtmaya öncülük etmiştir ki, tarikatların tümüne tesir etmiş ve tamamına sunduğu bir teori ile adeta bütün tasavvuf ehlini İslam'ın rayından çıkartmış, tevhid anlayışını hiçbir Müslüman'ın kabul edemeyeceği bir anlayışa bağlamıştır. Evet, bahsettiğimi kişi Muyiddin-i İbn Arabî'dir, İcat edip Tasavvuf ve Tarikatlara soktuğu yanlış fikir ise 'Vahdet-i Vücud' yani 'Varlığın birliği' nazariyesidir. En kısa tarifi ile Vahdet-i Vücud, şu anlama gelir: Kainatta, varlık aleminde ne varsa hepsi birdir ve bir olan her şey Allah'ın kendisidir. Her şey Allah'tır, Allah'tan gayri bir şey yoktur.
Muhyiddin İbn Arabî'den sonra gelen ulema, ona mesafeli davranmış, teorisi ve diğer fikirleri hakkında pek açıklayıcı izahta bulunmamışlardır. Hele ondan sonra gelen Akait alimleri ne onun fikirlerini onaylamışlar ve ne de reddetme cesareti gösterebilmişlerdir. Çünkü tarikatlar, şeyhler ve Tasavvuf büyükleri aleyhine yazı yazan, söz söyleyen, tenkit eden kim varsa adeta aforoz edilmiş, yerden yere vurmuşlardır. Bunlardan biri ise İslam dünyasının büyük alimlerinden olan İbn. Teymiye'dir. Büyük bir İslam bilgini olmasına rağmen, ciltlerce kitap yazmasına ve birçok ilim adamı yetiştirmesine karşın, tasavvufa ve bilhassa İbn Arabî'ye muarız olduğu için adeta İslam uleması içinden kovulmuştur. Hem de gülünç bir nedenle. İmam Teymiye'nin bütün suçu 'Errahman-ü Alel Arşisteva' ayetine kelime karşılığında olduğu gibi. 'Rahman Arş üzerine istiva etti' diye mana vermesidir. Böyle mana verince Allah-ü Teala'ya cisim vermiş oluyormuş, Allah için oturdu, kalktı, bir şeyi kapladı denmezmiş. Halbuki Tasavvuf eli Allah'ı genç bir oğlana benzetmişler, insana benzetmişler, kadına benzetmişlerdir. Hele İbn Arabî, Allah'ı kainatta ne varsa varlığın hepsine benzetmiş, hatta benzetme bir tarafa ne gördüyse bizatihi o Allah'tır demiştir. İbn Teymiye, gerçekte demediği halde, 'Benim kürsüden indiğim gibi Allah' ta gökten iner' dedi diye tukaka edilmiş fakat İbn Arabî, 'Sizin Allah'ınız benim ayağımın Altındadır' dediği için keramet ehli olarak gösterilmiştir.
Tasavvuf ehli, İbn Arabî'nin yazdığı ve bana yazdırıldı diye Allah'a ve Peygambere iftira ettiği 'Fütuhat-ı Mekkiye' ve Füsus-ul Hikem kitaplarını müritlerini de saptırabilmek için ders kitapları yapmışlardır. Onun sapık fikirlerinden başka bir şey anlamadıkları halde bu kitaplara esrarlı bir görüntü vererek her okuyan bunu anlayamaz, ancak İlmi Ledün sahipleri anlayabilir diye de Arabî'nin kitaplarını bir muamma haline sokmuşlardır.
Tasavvuf ve Tarikat ehli onu yücelterek göklere çıkarmış, ona karşı olanları yerin dibine batırmıştır. Ona, Şeyh-ül Ekber 'En büyük şeyh' sıfatını yakıştırmışlar, adına Ekberiyye tarikatını kurmuşlardır. İki yüz elli tane İslam ilim ehli, İbn Arabî için Şeyh-ül Ekfer, 'En kafir şeyh' deseler de onların sesi pek duyulmamıştır. Çünkü büyük küçük ne kadar tarikat varsa yüzde doksanı 'Vahdet-i Vücud' fikrini kabul etmiş, kendilerini de Allah'ın bir parçası farzederek adeta ilahlık seviyesine yükselmişlerdir.
İbn Arabî hakkında birçok da keramet uydurmuşlardır. Bir kısmını T.R.T nin hazırlayıp sunduğu Diriliş dizisinde bu senenin başında yayındayken izledik. Hele bir de şiirli, kafiyeli bir kerameti vardır ki, hoşuma gittiği için gençliğim de çok kişiye anlatmışımdır bu kerameti. Sonradan İbn Arabi adına uydurulan keramet şöyleydi: İbn Arabi bir kitabında şöyle yazmış. (Aslında böyle bir kitap veya yazı da yok.) 'İza dehalessin Fişşıyn-Yezharul Kabril Muhiddin.' (Sin Şın'a girince Muhiddin'in kabri ortaya çıkar.) Bir söz Arapça söylenmişse, hele kafiyeli şiir gibi bir cümleyse ve bir de Böyle esrarlı manalar taşıyorsa tabi ki, keramet kabul edilir.
Bu uydurma sözü şöyle hikayeleştirmişlerdir. Muhiddin-i İbn Arabî öldüğü zaman istemeyenler onun kabrini kaybetmişler. O da demiş ki, 'Sin' yani isminin başında Sin harfi olan Yavuz Sultan Selim, Şın'a Yani Şam'a girince, Muhiddin'in kabri, yani benim kabrim bulunur demiş. Dediği gibi de olmuş, Yavuz Selim, Mısır zaferinden dönerken Şam'a uğramış, Hanım Sultan da rüyasında İbn Arabî'yi görmüş, oda ona benim kabrim filan yerde onun üzerine bir türbe yaparak ortaya çıkarın demiş ve Çok önce söylediği sözün kerameti ortaya çıkmıştır.
Halbuki işin aslı kısaca şöyledir. İbn Arabî Şam da ölmüştür, Tasavvuf ehli olmayan Müslümanlar tarafından pek sevilmemektedir. Bir tepeye yapılan kabir zamanla yıkılmıştır. Yavuz Selim de Şam'a gelince Hanım Sultan bir hayır işlediğini zannederek ve isminin anılmasını isteyerek böyle bir kabrin yapılmasına aracılık etmiştir.
Muhiddin-i İbn Arabî, böyle bir iki yazı ile anlatılıp bitirilecek biri değildir. İnşallah bundan sonra ki yazılarda İbn Arabî'yi ve başta Vahdet-i Vücud olmak üzere diğer fikirlerini anlatmaya devam edeceğim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Şadiye ÖZTÜRK Arşivi