Günlük yaşantımızın neredeyse her alanına sızmış bir sahicilik sorunu var artık. Yediğimiz yiyeceklerden içtiğimiz içeceklere, giydiğimiz kıyafetlerden kurduğumuz ilişkilere kadar her şeyin bir “sahtesi” mevcut. Doğal olmayan yiyecekler, katkı maddeleriyle şişirilmiş içecekler, tamamen sentetik kıyafetler… Liste uzayıp gidiyor.
Ama mesele sadece bunlarla sınırlı değil. Asıl can yakıcı olan, insanların da sahteleşmesi.
Bir düşünün… İçinden gelmediği halde gülen, sevmediği halde seviyormuş gibi davranan, beğenmediği bir şeyi över gibi yapan, inanmadığı bir şeye inanıyormuş gibi görünen insanlar çevremizde yok mu?
Güç sahiplerinin karşısında eğilenler, haklı olup olmadığına bakmadan sadece makamı olduğu için “sen haklısın” diyenler… Ne kadar tanıdık geliyor değil mi? Söz verip sözünde durmayanlar, çıkar uğruna her fikri savunabilecek kadar esneyenler.
En tehlikelisi ise, karşımızdaki kişinin ne düşündüğünü bilemememiz.
“Sevmiyorum” dese, sevdirmeye çalışırsın. “İnanmıyorum” dese, ikna etmeye çalışırsın. Ama “miş gibi” yapıyorsa, ne yapabilirsin? İşte o zaman kandırılırsın. Güvenirsin. İnanırsın. Sonra bir bakmışsın, her şey sahteymiş.
Bu sahtelik hali ruhumuzu da zehirledi. Doğallık gitti, samimiyet kayboldu. Güven neredeyse tamamen yok oldu.
Peki neden böyleyiz? Neden içten olamıyoruz?
Bunun cevabı çok basit ama bir o kadar da can sıkıcı: Çıkarlarımız.
Eğer gerçekten hissettiğimizi söylesek ne olur?
Dışlanırız, üzülürüz, yalnız kalırız belki. Çünkü çoğu insan, doğruları duymak istemez.
İşte bu yüzden sustuk, susuyoruz.
Ama bu sessizlik, yanlışın büyümesine neden olmuyor mu? Herkes susarsa, yanlış yapan nasıl farkına varacak?
Toplumun bu sahte yapısı, samimiyetten uzak ilişkiler, içi boş başarılar, vitrin dostluklar yaratıyor. “Kimse kimseye dokunmasın” anlayışı, bizi birey değil, rol yapan birer figüran haline getiriyor.
Oysa belki de en çok ihtiyaç duyduğumuz şey, gerçek olmak cesareti.
Ne kadar zor olursa olsun, içten olabilmek.
Ve evet, bazen yalnız kalmak pahasına da olsa, “Bu doğru değil” diyebilmek.
Çünkü sahte olan her şey, er ya da geç dökülür.
Ama içtenlik, zamanı geldiğinde en güçlü bağ haline gelir.