Ne korkunç bir kelime…
Daha yazarken bile içimde bir ürperti hissediyorum. Şiddet, sadece fiziksel acı değil; psikolojik, ekonomik, ruhsal baskıların da ortak adı. Üstelik artık hayatımızın her alanına sızmış durumda. Haberlerde sıkça duyuyoruz: Kadınlara şiddet, çocuklara şiddet… İçimiz yanıyor. Aynı zamanda beni son zamanlarda en çok endişelendiren, gençlerin birbirine uyguladığı şiddet: Akran zorbalığı.
Gençler ne zaman bu kadar öfkeli ve acımasız oldular?
Sorunlarını konuşarak çözmeye dair inançlarını ne zaman kaybettiler?
İnsanın aklına şu sorular geliyor: Nasıl bir aile ortamı, nasıl bir eğitim sistemi, nasıl bir toplumsal yapı onları bu hale getirdi?
Hepimizin çocukları var. Bir anne ya da baba olarak düşünüyorum: Benim çocuğum, bir arkadaşına neden şiddet uygular?
Ben inanıyorum ki, şiddet eğilimi de diğer pek çok alışkanlık gibi ailede başlıyor.
Sevgiyle büyüyen, ilgi gören, huzurlu bir ortamda yetişen bir çocuk başka bir insana nasıl zarar verebilir?
Küçük yaşta sevgiye doyurulan, konuşarak anlaşmaya teşvik edilen bir çocuk, neden öfkeyi seçsin?
Belki eğitim sistemimizde bir eksiklik var. Belki aile yapımız zayıfladı. Belki de ekonomik zorluklar çocukların ruhsal dünyasını da sarstı.
Sebep ne olursa olsun, bu konuya artık kulak vermek zorundayız.
Eğitimciler, psikologlar, pedagoglar, uzmanlar bir araya gelmeli ve bu toplumsal yaraya çözüm bulmalı.
Çünkü bu gidişle geleceğimizi emanet edeceğimiz gençlerimiz sevgisiz, anlayışsız, bencil bireyler haline gelebilir.
Ben şiddeti hiçbir zaman sadece fiziki bir saldırı olarak görmedim.
Asıl korkutucu olan, psikolojik ve ruhsal şiddet.
Fiziksel yara zamanla iyileşir, görünür ve müdahale edilebilir. Ama ya kalpteki, ruhtaki yara?
O görünmez.
Zamanla büyür, kişiyi içeriden çürütür ve sonunda patlayarak hem ona hem çevresine zarar verir.
Bu nedenle akran zorbalığını küçümsememeliyiz.
Bu bir hastalık… Hem bireyin hem toplumun ruhunu kemiren bir yara.
Ve bu yarayı tedavi etmeden geleceğe umutla bakamayız.
Unutmayalım: Sevgiyle büyüyen çocuk, şiddeti bilmez.