Ordu Mesudiye’de çalışırken, Suşehri çıkışında, yol üstündeki satıcılardan kavun, karpuz, elma... gibi bahçe ürünü meyveler alırdım.

İnsana güven veren haliyle, diğerlerinden farklı olan Abdülkadir amca ile tanıştıktan sonra, hep ondan almaya başladım.

Abdülkadir amcanın meyveleri, aynen çocukluğumdaki gibi, rayihası ve tadıyla enfesti.

Söylediğine göre, "Dededen kalma" tohumları ekiyormuş

Bir sonraki yıl gözlerim yine Abdülkadir amcayı aradı...

Artık satış yapmadığını söyleyen satıcılara sora sora, yol kenarındaki büyükçe bir bahçesi olan evinde buldum, Abdülkadir amcayı...

Hoş beşten sonra;

"Bizi o bal kavunlara alıştırdın ama şimdi ortada yoksun" diye sitem edince adam, gözleri yerde mahcup ve mahzun, biraz da öfkeli;

"Valla hemşerim, aha bu bostan yüzünden 3 gelinim birbirine girdi. Aile huzurumuz kalmadı. Mahsul dalında çürüdü, toplamadılar. Ben de kahrettim ekmedim bu sene. Belki bundan sonra da, hiç ekmem" dedi...

Ülke olarak tarımda geldiğimiz nokta işte aynen böyle.

Abdülkadir amcanın tek başına yetiştirdiğini toplamaktan aciz Gelinleri; artık bağ bahçe bilmeyen, inek koyun sağmayan, köyde yaşayan ama ayağına çamur bulaşmayan, kadınlarımızı kızlarımızı;

Abdülkadir amca ise, bir zamanlar kendi ürettiğinin en kalitesizini, market market gezip ateş pahasına satın alan hepimizi, yani bütün bir halkı temsil ediyor aslında...

Maalesef durum hiç iç açıcı değil.

Tüm kusuru Devlete atmak en kolayı.

Suçun büyüğü bizde...

Günden güne tembelleşen bizlerde...

Ve bu gidişle hepimiz birer "Acından ölen Ağa" olacağız...