Şadiye ÖZTÜRK

Şadiye ÖZTÜRK

Bencillik, itibarın en etkili düşmanlarındandır

Benim olsun; senin olmasın.

Ben, benim ailem ve benden olanlar kazansınlar; siz kazanmayın.

Ben konuşayım; sen konuşma, o konuşmasın.

Benim dediğim olsun; senin dediğin olmasın, onun dediği olmasın.

Ben huzurlu olayım da, onlardan bana ne.

Benim ağabeyim senin ağabeyini döver.

Bana ait olan herşey güzel; sana, ona ait olanlar güzel değil.

Benim derdim yok ya; seninkinden, onunkinden bana ne.

Ben sağlıklıyım ya; senin, onun hastalığın beni ilgilendirmez.

Ben şık giyineyim; onun paçası bozuk, senin saçın dağınık kalsın.

Onun ayağına çelme takayım, geriye iteyim; ben öne geçeyim, yukarı çıkayım. Gibi tavır ve davranışlara, günümüz dünyasında artık sık sık şahit olmaya başladık.

Birkaçını sıraladığım bu düşünüş ve davranış tarzı bize ait değil, bizim kültürümüze ve inancımıza ters. Bu tavır ve davranışları en çok hangi 'tip' insanlar sergiler Tabîi ki, bencil, görgüsüz, nezaketsiz ve cahil insanlar sergiler. Bunun tersini söyleyebilmemiz mümkün müdür

Peki bu 'tip' insanlar veya gruplar, bu tavır ve davranışları sergiledikleri müddetçe, dostları mı çoğalır, hasımları mı Elbette ki, hasımları çoğalacaktır. Hatta milletler bazında düşündüğümüzde bile bu böyledir.

Oysa ki bizim ecdadımız/atalarımız böylesine menfî bir kültürü bize ne tavsiye etti, ne nasihat etti, ne de devrettiler.

Aklıma gelen bir kıssayı size arz edeyim:

Fatih Sultan Mehmed Han bir gün yiyecek maddelerinin kalitesini ve narh durumunu kontrol etmek gayesiyle kıyafet değiştirip çarşıya çıkar. Bir dükkana girip selam verdikten sonra, 'yarım batman yağ, yarım batman peynir ve yarım batman da bal veresiz!'der. Dükkan sahibi yarım batman yağı tartıp parasını hesap edip, aldıktan sonra, 'Ağam, sair isteklerinizi de karşı komşudan alasız. Zira onun malı hem daha yeğdir, hem de siftah etmedi.' der. Padişah ikinci dükkana varıp oradan da yarım batman peynir alınca; bu dükkan sahibi de, 'Allah'a şükürler olsun siftahını ettim. Hem de çocuklarımın nafakasını çıkardım. Bundan sonrası kardır. Sair isteklerinizi de komşumdan alasız. O daha siftah etmedi.' deyince; Fatih Sultan Mehmed Han, 'Bu milletteki ahlakî istikamet yok mu, bize dünyaları fethettirir. Milletin ahlak-ı safiyetine halel getirenleri Allah kahretsin' der.

Aman ha! Bu intizarın hedefinde olmayalım sakın.

Padişahımız Fatih Sultan Mehmed Han'ın bu meşhur hatırası bize hem ailevî, hem ticarî, hem sosyal ve hem de iş hayatımızda çok kıymetli bir hayat dersi vermektedir. Aynı zamanda o günün hakim olan kültürünü; atalarımızın/dedelerimizin birbirlerine ne kadar çok kıymet verdiklerini kolayca anlamamıza yardım etmektedir. Bir devlet adamının, halkının ahvalini ve ahlakını doğru teşhis etmek için, icab eden neyse onu fedakarca yapması gerektiğinin de dersini veriyor ve daha bir çook ders; anlayana değil mi

Fatih Sultan Mehmed Han'ın bu kıssadaki, 'Bu milletteki ahlakî istikamet yok mu, bize dünyaları fethettirir.' cümlesinden; onun çok samimi, içten ve tesirli bir şekilde 'biz dili' kullandığını da aynı zamanda fark ediyoruz.

Bu günkü mevzumuz ile alakalı olarak, bir kıssa daha arz etmek istiyorum efendim:

Padişahımız, Kanuni Sultan Süleyman Han, ordusuyla sefere çıkmış. Ordu yavaş yavaş ilerlerken dar bir yol çıkmış karşılarına. Askerler bağların içinden geçmek zorunda kalmışlar. Hava çok sıcakmış ve herkes çok susamış. Askerin biri dayanamayıp bağdan bir salkım üzüm koparmış ve susuzluğunu gidermiş. Sonra da yediği üzümün ücretini fazlasıyla karşılayacak miktarda para çıkarmış cebinden, bir keseye koymuş ve asma dallarından birine bağlamış keseyi. Ardından da yoluna devam etmiş. Çok geçmeden mola verilmiş. Bir köylü koşarak ordunun konakladığı yere gelmiş ve ısrarla padişahı görmek istediğini söylemiş. Köylüyü Kanuni'nin huzuruna çıkarmışlar. Kanuni sormuş:

- Nedir bu halin Kan ter içinde kalmışsın. Yoksa askerlerimden birinin sana bir zararı mı dokundu

- Ben şikayet için değil memnuniyetimi bildirmek için geldim, diye cevap vermiş adam.

- Askerlerim sizi memnun edecek ne yaptılar

- Askerleriniz bağımdan geçtikten sonra, asmanın dalında bağlı bir kese gördüm. İçinde para vardı. Bir anlam veremedim. Etraftaki çiftçilerden biri, bir askerin bir salkım üzümü koparıp yediğini, sonra da keseyi dala astığını söyledi. O zaman kesedeki paranın koparılan üzümün ücreti olduğunu anladım. Sizde böyle güzel ahlaklı askerler olduğu müddetçe sırtınız yere gelmez.

Köylüyü dikkatle dinleyen Kanuni, derhal o askerin bulunmasını emretmiş. Köylü, 'Hükümdar bu askere çok büyük bir ödül verecek herhalde' diye düşünerek merakla beklemeye başlamış. Nihayet asker bulunup padişahın huzuruna getirilmiş. Kanuni

- Parası verilmiş olsa bile, sahibinden habersiz mal almanın yanlış olduğunu bilmiyor musun, diye askeri azarlamış. Sonra da:

- Bu asker derhal ordudan uzaklaştırılsın, diye emir vermiş. Köylü heyecanla:

- Ben bu askerin ödüllendirilmesi için gelmiştim, sizse onu cezalandırdınız, demiş. Kanuni köylüye:

- Kursağında haram lokma bulunan bir askerle zafer kazanılmaz. Bunun için ordudan attım onu. Eğer aldığı üzümün parasını bırakmamış olsaydı işte o zaman cezası çok daha ağır olurdu, diye cevap vermiş.

Kanuni Sultan Süleyman Han'ın bu kıssadaki 'Kursağında haram lokma bulunan bir askerle zafer kazanılmaz.' cümlesi de aynı şekilde kuşatıcı, arındırıcı, ders vererek ıslah edici, manidar ve tesirli bir şekilde 'biz dili' kullandığının; böyle bir düşünüş ve yaşayış tarzına sahip ve güzel ahlakı koruyucu ve empoze edici bir devlet adamı olduğunun da ispatıdır.

Bir devlet başkanı, bir padişah tarafından böylesine bir cezaya muhatap olan askerin ve bu hadiseye şahit olmuş diğer asker ve ahalinin, bu hassasiyeti karşısında bu devlet adamına saygısının artmaması, buna benzer bir hatayı tekrar etmeye cüret etmesi, böylesine yüce bir liderin askerlerinin mağlup olması mümkün müdür

Sahibinden habersiz toprağına girmenin, malını almanın, parasını verseniz veya oraya bıraksanız bile kul hakkı yemek olduğunu; bunun affı çok zor bir günah olduğunu; bu davranışın aynı zamanda bir görgüsüzlük, hakaret ve nezaketsizlik olduğunu; büyük bir ayıp olduğunu; bu tavrın, sahibine ve o mahsulü üretene saygısızlık ve ona değer vermemek, onu hiçe saymak olduğunu; birbirimizi düşünmemiz, yüceltmemiz ve birbirimize değer vermemiz, sahip çıkmamız gerektiğini; çocuklarımıza ve gençlerimize günlük hayatımızda, tatbik ederek mutlaka öğretmeliyiz. Çünkü biz böylesine asil bir kültürün mirasçıları ve sahibiyiz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Şadiye ÖZTÜRK Arşivi