Prof. Dr. Vehbi Ünal
YIL BİTERKEN: TÜKETİM ÇARKINDAN ÇIKIŞ YOLU
Yılın son günlerine girerken şirketlerin bilanço rakamlarını, devletlerin büyüme oranlarını açıkladığı bu dönemde bizim için üretim ve tüketim çarkı arasında ezilen insanlığın geleceğini yeniden düşünme zamanıdır.
Sanayi devrimi ve ardından gelen teknolojik atılımlar insanlığın gözlerini kamaştırmış, modernite yeryüzünde cennet yaratma vaadiyle büyülemiş ancak bu görkemli yolculuğun varış noktası derin bir hayal kırıklığından başka bir şey olmamıştır. Günümüz ekonomisinin ruhu yoktur, yalnızca rakamları vardır. Kültürel ve manevi değerlerden soyutlanmış bu sistem, insanı tüketime mahkûm edilmiş bir varlığa çevirmiş, aynı zamanda insanı nesneleştirmiş ve eşyalaştırmıştır. Mevcut ekonomik sistem; paylaşma, yardımlaşma, diğerkâmlık, fedakârlık, cömertlik, sevgi ve acıma gibi duygulardan yoksundur ve kültürden bağımsız bir yapıya sahiptir. Aynı zamanda bu sistem, bireyselciliği ve çıkar hesabını ön plana çıkaran, insani değerlerden uzak, kâr ve rekabet odaklı bir yapıdadır. Ekonomiyi kültürden (inanç, duygu vb.) ayrı tutarsanız onun kölesi haline gelirsiniz. Sürekli onun peşinden koşmayı, yaklaştıkça sizden uzaklaşan ama sizi hep peşinde koşuşturan aldatıcı bir hayal olur; her kazanç yeni bir eksiklik, her doyum yeni bir açlık doğurur ve nihayetinde sahte bir tanrıya dönüşür; ona ne kadar taparsanız o kadar köle olursunuz. Her ne kadar Max Weber kapitalizmi Protestanlığın doğurduğunu iddia etse de bu ilişki karşılıklıdır. Protestan ahlakı kapitalizme disiplin ve meşruiyet sağlarken kapitalizm de zamanla kendi değerlerini kendi ‘kutsallarını’ üretmiştir.
Rakamların Egemenliği
Günümüz ekonomik sistemlerinin üretim ve tüketim üzerine inşa edilmesi, ülkelerin gelişmişlik düzeyinin kişi başı milli gelir üzerinden hesaplanması ve bunun kutsal bir ölçü gibi kabul edilmesi, insanların yaşam kalitesinin bile rakamlara üzerinden değerlendirilmesi; sürekli tüketimi kışkırtmakta ve insanları tüketim sarhoşu haline getirmektedir. Dünya çapında ekonominin devamlı büyümesi ve en büyük ekonomiler arasına girme yarışı, tüketimin her yıl biraz daha artmasını zorunluluk haline getirmektedir. René Guénon'un ‘niceliğin egemenliği’ olarak ifade ettiği gibi bu çağda, her şey sayılarla ifade edilir hale gelmiştir. Başka bir ifade ile kemiyet keyfiyetin önüne geçmiştir. Nitelik, derinlik, anlam gibi değerlerin hepsi rakamların, istatistiklerin, ölçülebilir büyüklüklerin gölgesinde kaybolmuştur.
Aynı şekilde tüketilen eşya artık ihtiyacı karşılayan bir araç değil, simgesel anlamlarla yüklü bir statü sembolüne dönüşmekte, bu da tüketimi sürekli körüklemektedir. Her iklim kendi bitki örtüsünü yetiştirdiği gibi mevcut sistem de yalnızca tüketmeyi düşünen, sürekli satın aldıkça mutlu olacağını zanneden bir insan tipi yetiştirmektedir. Azla yetinen değil yetinmeyi bilmeyen, her elde edişin ardından yeni bir eksiklik hisseden, mutluluğu vitrinlerde arayan bir insan tipi.
Çevresel ve Toplumsal Yıkım
Üretim ve tüketimin sürekli kışkırtılması, hammadde kaynağı olan tabiatın da sürekli yok edilmesini ve kirletilmesini beraberinde getirmektedir. Örneğin endüstriyel ve nükleer atıklar, insanın kendi ürettiği teknolojinin barındırdığı tehlike ve tehdidi gözler önüne sermektedir. İnsanoğlunun sınırsız talepleri, sınırlı olan kaynakların kurumasını ve yok olmasını da kaçınılmaz kılmaktadır. Bu durum sadece ekonomi ve tabiatla sınırlı kalmamakta konut sorunu, beslenme krizleri, ailelerin dağılışı gibi farklı sosyal sorunların oluşmasını da beraberinde getirmektedir.
Dünya tarihinde üretimin ve zenginliğin bugünkü kadar hiç büyümediği kabul edilen bir gerçek olmasına rağmen zengin ile yoksul arasındaki gelir dağılımındaki adaletsizlik de hiçbir zaman bu kadar açık olmamıştır. Ekonomiyi düzeltmek için yeni istihdam alanları oluşturmak ve yatırımları artırmak gibi geleneksel yöntemler, bir taraftan yeni yapay ihtiyaçlar üretirken diğer taraftan toplumsal eşitsizlikleri derinleştirerek kalkınmanın niteliğini tartışmalı hale getirmektedir.
Suni İhtiyaçlar ve Tatminsizlik Sarmalı
Tüketim ekonomileri, sürdürebilirlik açısından başka bir ifade ile çarkın sürekli dönmesi için temel ihtiyaçların dışında suni ihtiyaçlar oluşturacak mekanizmaları (reklamlar, moda trendleri, planlı eskitme vb.) devreye sokarak, sürekli alışveriş peşinde koşan, evini ve arabasını sürekli yenileme ihtiyacı duyan bir tüketici profili oluşturmakta ve böylece sınırsız büyüme mitini beslemektedir. Bu durum, sürekli güncellemek zorunda hisseden bir toplum modeli inşa etmekte ve bu döngü içinde bireyleri tatminsizliğe mahkûm etmektedir.
Merhum Ersin Nazif Gürdoğan'ın tabiriyle "günümüz insanı ekonomiyi bisiklet üzerinde hızla giden insan gibi görmekte, çoğu kişiye pedala basılmadığı zaman herkes düşecekmiş gibi gelmektedir". Sömürünün devamı açısından mevcut sistemin dışında başka fikirlere, uygulamalara hiç yer verilmemektedir. Oysa bu sistem dünyamızı uçurumun kenarına doğru her gün daha da yaklaştırmakta, gelecek nesillerin kaynaklarını da tehlikeye atmaktadır.
Manevi Çöküş ve Değer Kaybı
Yaşadığımız toplumsal krizlerin merkezinde insanoğlunun açgözlülüğü ve tüketim çılgınlığı durmaktadır. Aile kurumunun çöküşünden toplumsal dayanışmanın erozyonuna, açlıktan küresel çatışmalara kadar uzanan bu felaket zincirinin temel halkası, insanın hiç doymayan iştahı ve bunun beslediği aşırı tüketimdir.
Refah ve konfor alanını yüceltmek isteyen insan, kendisinin maddenin ve tüketimin kölesi haline geldiğinin farkında bile değildir. Gök ile bağlantısını kestiğinden beri manevi kökleri kurumuş, aşkınlıktan uzaklaşmış, yeryüzünün geçici hazlarına tutsak olmuştur. Başka bir ifadeyle yüceliğini yitirmiş sadece bedensel arzuların peşinde koşan bir varlığa dönüşmüştür. Hayatı kolaylaştırıp ruhunu yüceltme yerine, hayatı tüketim nesnesine dönüştürüp ruhunu çoraklaştırmıştır.
Günümüz ekonomik sisteminde insan, antik mitolojideki Midas gibi dokunduğu her şeyi altına çevirmek isterken insani değerleri yok eden, yoksulların elindeki son ekmeğe bile göz diken açgözlü bir canavara dönüşmüştür. Bugün dünyanın dört bir yanında süregelen savaşlar, soygunlar ve sömürü düzeninin arkasında insanın doyumsuz arzuları, çok uluslu şirketlerin silah satışları ile kar hırsı ve güçlü devletlerin hegemonya tutkusu yatmaktadır. İnsanın dizginlenemeyen bu tutkusu, dünyamızı daha da yaşanamaz hale getirmektedir.
Çıkış Yolu: Zihniyet Devrimi
Kapitalist sistem insanı üretim ve tüketim arasında boğarken sosyalist sistem ise devletin bürokrasisi altında nefes aldırmamaktadır. Her iki sistem de maalesef insanı araçsallaştırmakta; biri piyasanın, diğeri devletin kölesi yapmaktadır.
Ekonomik sorunlara sadece bilimsel çözümler aramak yeterli değildir. İnsanı, evreni ve tabiatı merkeze alan bütüncül bir yaklaşımla bu sorunları aşmak mümkündür. Bu kısır döngüden çıkış ancak zihniyet değişikliği ile mümkündür. Ekonomiyi, büyümeyi, kârı kutsayan bir anlayışla hem gezegenimiz hem de insanlık için yaşanabilir bir gelecek beklemek hayal olur. Maddi zenginlik artırılabilir, ancak yaşam kalitesi ve toplumsal huzur kaybolur. Bu işin zorluğu ortadadır. Don Kişot gibi yel değirmenlerine saldırmıyoruz ama birilerinin bu çarpık ekonomik gidişe, insanın ve tabiatın yok oluşuna karşı sesini yükseltmesi gerekiyor.
Bundan dolayı temel amacımız, insanı ve onun tutkularını dizginlemek olmalıdır. Ekonomik büyümeyi değil insanı ve değerleri büyütmeyi; biriktirmeyi değil paylaşmayı; açgözlülüğü değil kanaati; yaşamayı değil yaşatmayı kendine ilke edinen, hayatı daha anlamlı kılma çabasında olan gönül zenginlerinin ve büyük ruhların kuracağı yeni bir medeniyet anlayışı ile ancak gerçek anlamda sürdürülebilir bir gelecek mümkün olabilir. Bu alternatif yaşam modeli hem insanı hem de doğayı merkeze alan bir denge oluşturacaktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.