Prof. Carlier (asıl adını unutmuşum), su içinde altmışında var: Kıvırcık beyaz sakalları, yüzünü kaplamış; Fransız mavisi gözleriyle, burnuna düşmüş bağa gözlüklerinin, üzerinden bakıyor. Beni kibarca karşıladı, düzgün Türkçesiyle:
- Safa geldiniz! diyor..
Orada ne işim var Üniversite öğrencisi Fransızlarla takıştık´ ; Kral 1. François nın, uğradığı Cermen yenilgisinden sonra, Kanûni Sultan Süleyman dan yardım istediğine inanmıyorlar; Marsilya ya iki kalyon gönderdiğine filan!
Hele Padişahın, krala yazdığı mektubu, aklımda kaldığı kadarıyla, nakledince, küplere bindiler; o zaman,
- Bir Türkolog bulun da, yüzleşelim!´ dedim. İşte Prof. Carlier , buldukları Türkolog: sâkin, kendi hâlinde bir zat! Olayı, Türkçe olarak benden dinledi, gülümsedi; öğrencilere dönüp:
- Demek inanmıyorsunuz Bu tarihi bir gerçektir dedi.
Hayır inanmıyorlardı, o kadar ki, adamcağız kütüphaneden, ciltli kocaman bir kitap çıkarıp göstermek zorunda kaldı: Orada üstelik, padişahın mektubunun, sûreti de var; hani adama, ben ki ´ diye başlayıp, bilinmez kaç unvanını sıraladıktan sonra;
- ´sen ki Françeska eyâletinin beyi François´ın!´ dediği!
Ben, tam çıkacağım, kolumdan tutuyor; eğilip, sır söyler gibi, alçak bir sesle:
- delikanlı, Türkçeye ne yaptınız diye soruyor. Dilimin döndüğünce ona, Dil Devrimi´ ni izâha çalışıyorum, Türkçenin Arapça ve Acemce´nin istilâsına uğradığını, vs.. vs.. vs
Meğerse neymiş ..
Beni mütebessim dinlemişti; susunca, aynı fısıltıya yakın sesle, o söze başladı; bilmediğim, o zamana kadar işitmediğim şeyler söylüyor:
ümmet toplumlarında dil, dolayısıyla kültür dine göre değişirmiş; onca böyle büyük üç adet ümmet toplumu ve sentezi var;
birisi, Batı/Hıristiyan toplumu,
ikincisi Doğu/Müslüman toplumu;
üçüncüsü, daha doğudaki, semavi olmayan dinler topluluğu! Ümmet toplumunda, başat dil, dinin kendini ifâde ettiği dil:
Batı´da bu, Yunanca/ Latince olarak görünüyor; Osmanlı´da, Arapça/Farsça olması, son derece normal; zira Müslümanlığın ümmet dili, bu iki dil
Batı ülkeleri, Fransa, İtalya ve İspanya, nasıl millet diline geçerken, Yunanca/Latince kökenli birçok kelime, hatta kuralı aldılar kullandılarsa; Türkler de, Selçuklu/Osmanlı ümmet sentezinden, millet sentezine geçerken, dillerinde elbette Farsça/Arapça kelimeler bulunacaktır; ve bunda yadırganacak şey yok; ya da asıl yadırganması gereken, özleştirme adı altında dilin budanıp kuşa çevrilmesi:
Zira böyle yetiştirilen genç kuşakların, ecdadın dilini anlaması imkânsızdır; bu da, kendi kurdukları (Selçuklu/Osmanlı) medeniyet sentezinden kopmalarına, boşlukta kalmalarına yol açar!..
Hayret, biraz da dehşetle dinliyordum; elimde olmaksızın, belki de onu madara etmek´ maksadıyla, sözünü keserek sordum:
- Peki, şimdi siz Fransızca´daki Yunan/Latin kökenli kelimeleri atsanız, ne olur ; cevabı unutulur gibi değildir:
- Atamayız, çünkü geriye kalsa kalsa, yüz, bilemedin iki yüz kelime kalır. O da konuşmaya yetmez.
Dönem, Cumhurbaşkanlığı sanat danışmanı Nurullah Bey in (Ataç) alenen ve resmen´ -Yunanca ve Latinceye geçmeliyiz, onlar gibi olmalıyız, onlara benzemeliyiz!´ dediği dönem; bunu söylediğim zaman, Prof. Carlier den aldığım cevabı, tahmin edebilirsiniz:
- Biz bunu sömürgelerde uyguladık: Kimliklerini, kişiliklerini yitirdiler! ( İktibas - H.M )