
Şadiye ÖZTÜRK
ANLAYAN BERİ GELSİN
1 Kasım seçimlerinin son düzlüğündeyiz artık. Çıkan sonuç inşallah hayırlara vesile olur. İki seçimin yakın olmasından mı, yoksa herkes kararını verdiği için mi bilinmez insanlarda heyecan yok. Şehirlerde seçim coşkusu yok. İnsanlar artık meydanlarda parti bayrağı, duvarlara yazılmış saçma sapan parti isimleri görmek istemiyor. Çünkü Türkiye eski Türkiye değil. Medya eski medya değil. Ak Parti iktidarında sadece alt yapı, limanlar, yollar, köprüler yapılmadı. Sadece icraata yönelik gelişmeler olmadı, özgürlükler anlamında da Cumhuriyet'ten bu yana en hızlı ve en uzun yolu kat etti Türkiye. Bugün özgürlük yok, basın hürriyeti yok diyenler, sadece kendilerinin kullanabildiği imtiyazları ellerinden gittiği için bu kadar itiraz ediyorlar.
Bunun yanında ''ben Kürdüm'', ''ben aleviyim'' diyemeyenler, 7/24 istedikleri yerde konuşuyorken ''özgürlük yok'' diyebiliyorlar. Burada psikolojinin dahi izah edemediği bir paradoks var. Hem yıllarca mücadele ettiğin ifade özgürlüğünü limitsiz kullanacaksın, hem de bu haklara seni kavuşturan Erdoğan'a diktatör diyeceksin. Hem de bunu seni yıllarca tanımayan, ötekileştirmiş, ikinci sınıf vatandaş yerine koymuş insanlarla yapacaksın. Bu insanın aklına şunu getiriyor; demek ki senin derdin davan anadilin, kimliğin değilmiş.
Tek derdin halkı kandırmak, bu söylemlerle insanları bir yere kanalize etmek ve istediğin zaman bu insanları canlarını dahi önemsemeden ayaklandırmakmış. Kime, niçin hizmet ettiğinin de önemi yokmuş. Kanalın birini açıyorsunuz MHP'li bir yetkili cemaati savunuyor, başka bir platformda dün kitle olarak nefret ettiği Kürt'leri bir Kemalist savunuyor, devletin resmi dini İslam'dır; o da kültürdür diyen ulusalcılar bugün Alevilik ayrı bir statü kazanmalıdır diye bas bas bağırıyor.
Ama tutarlı oldukları tek noktaları var; Ak Parti düşmanlığı. Şimdi biraz beyin fırtınası yapalım. Ulusalcılar, Kemalistler gerek Kürtleri, gerekse din diyen hiç kimseyi sevmezdi. Ülkücüler hem Kürtleri, hem solcuları sevmezdi. Kürtler ise bunların hiç birini sevmezdi. Bu kadar uyuşmaz bir araya nasıl gelir, neden gelir Aynı safta teşbih gibi nasıl dizilir Bunun tek cevabı olabilir; (tabanında bu davaya inananları ayrı tutmak kaydıyla diyorum) bu davayı savunduğunu söyleyen liderler davalarında samimi değiller. Bunların kime ve neye hizmet ettiği de belli değil.
Ama bunların içinde en anlayamadığım MHP tavanı. Onların neye itiraz ettiğinin hiçbir tutarlılığı yok. Danışmanları, partinin önde gelenleri, MHP Teşkilatı hep bir ağızdan ''Sayın Bahçeli çok tutarlı'' diyorlar, onun için koltuğun, makamın önemi yok diyorlar. Onun için esas olan şeyin davasının adının kirlenmemesi diyorlar.
Peki sormazlar mı adama; Rahşan Ecevit ''katil, faşist'' dediğinde neden ilkelerinizi savunmadınız Erbakan ''sen birinci parti olarak Başbakan ol'' dediğinde bunu elinin tersiyle itip, Rahşan Hanım'ın sert söylemlerini yutmak pahasına DSP ile neden koalisyon kurdunuz Sonra ülke ekonomik krize girmişken, ekonominin başına adeta IMF'nin avukatı olan Kemal Derviş devşirilmişken, Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanı Ecevit ilaçlarla zehirlenirken neden koalisyonu bozma kararı aldın Bu kadar olmaz unsurlarla koalisyon kurabiliyorsun da, mevzu Ak Parti'yle koalisyon olunca neden değirmende su dövüyorsun Bunları anlayan varsa bizlere de anlatsın.
MHP teşkilatının bazı temsilcilerini dinliyorum, ortamda eleştirilecek o kadar konu varken, çıkmış Davutoğlu'nun ruh halinin bozuk olduğundan bahsediyorlar. Davutoğlu'nun aklını, vizyonunu eleştirebilmeniz için baya bir had seviyenizin yüksek olması gerekir. Okuyan, yazan, kalem oynatan herkesin hocaların hocası olarak saygı duyduğu birine laf ederken boğazınızın 9 boğumunu kulanın. Kullanın ki suskunluğunuzdan adam sansınlar sizi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.