
Şadiye ÖZTÜRK
Toprakta Yeşeren Umut
Sıcak bir yaz günüydü. Gökyüzü masmavi, yer sarıydı. Güneşle kızan çöl kumları rüzgarla oynaşırken pişiyordu yeşil. Artık yeryüzünde yürüyen canlıların akciğerlerine sadece kurumuş otların kokusu doluyordu. Ben ise dalımda olgunlaşıyordum. Günler haftalar öylece geçti.
Bir meyveydim, sıcak rüzgarların okşadığı dallarda. Annem hurma ağacıydı. Mevsim yazdı. Ayrılma zamanım gelmişti annemin kollarından. Nede olsa ben de olgun bir hurma çekirdeği olmuştum. Bir sonbahar mevsiminde kendimi annemin şefkat dolu kucağından, çatlamış susuz topraklara bırakacak, bir ilkbahar yağmurunda yeşerecektim. Ayrılık vuslatın kapısı olmalıydı bir çekirdek için. Annemim elinden öptüm ve yeni umutlara yol alan tohum oldum. Rüzgar beni kilometrelerce uzağa sürükledi. Uykuya dalmıştım, uyurgezerdim geceleri. Nerelerden geçtim, nereye geldim hiç hatırlamıyorum.
Çölden gelen kumla karışık olan toprak katmanı örtmüştü üzerimi, bir tohumdum karanlık toprağın kucak açtığı. Ümitle sevinçle doluydum yine de. İlkbahar gelecek, yağmurla başımı topraktan çıkaracak, baharın ılık yağmurlarında yeni hayatımla tanışacak, güzelliğimle dünyaya renk katacaktım. Yağmur benim için hayat ümidi, yaşama sevinciydi.
Böcek arkadaşlarımın her gün dışarıda gördükleri güzel şeyleri bana neşeyle anlatmalarını çok seviyordum. Onların hikayelerini dinleyerek hayata hazırlanıyordum. Sürekli dışarı gidip gelen karıncalar bana dışarıda güzel bir bahçenin olduğunu heyecanla anlatırlardı. Bende bir an önce başımı topraktan çıkarmak için sabırsızlanırdım. Nede olsa tohumlar ümitle büyürmüş. Bir tohum güzel şeyleri ne kadar çok düşünürse, o kadar hızlı gelişirmiş. Bende topraktan çıkacağım günü sabırsızlıkla bekliyordum. Yakında yeni bir hayata başlayacak, yeşil yapraklarımla güneşin ısınını toplayacak, hayatın tadını çıkaracaktım. Meyve ağacı olacaktım, kuşlar dallarıma konacak, bana en güzel şarkılarını söyleyeceklerdi. Hem karıncalara da söz vermiştim. Onlar benim üzerimde özgürce dolaşacaklardı. Yıldızlar çiçeklerin meyvelere dönüşmesini sevgi ile gülümseyerek izleyeceklerdi, salkım salkım meyveler olacaktı ellerimde. Sonra sıcak yaz akşamlarında meyvelerim ay ışığıyla kızaracak, cennetten gelen lezzet damlalarıyla olgunlaşacaklardı.
Toprak altında, hayaller ülkesindeydim. Hayallerim bana istediğim güzellikleri şimdiden yaşatıyordu. Hele birde bunların bir gün gerçek olacağını düşünmek beni ne kadar heyecanlandırıyordu, anlatamam.
Zaman hızla geçiyordu. Birkaç gün sonra başımı dışarı çıkaracak, güneşin güzelliğine aşık olacak, güzel bir bahçede mutlu bir hayat sürecektim. Karınca arkadaşlarımın anlattıkları güzel bahçenin hikayesiydi beni hayata bağlayan, bana dünyayı sevdiren.
Bir gün sabaha karşı doğdum, bu topraklarda. Dışarıda bombalar patlıyor, insanlar koşuşuyor, çocuklar ağlıyordu. Etrafım cesetlerle doluydu. Güllerin kokusu yerine cesetlerin kokusunu duyuyor, kuşların şarkıları yerine silahların seslerini dinliyordum. Karıncalar beni yaşatmak için yalan mı söylemişlerdi acaba, anlayamadım. Simsiyah dumanlardan, kapkara bulutlardan güneşi göremiyordum. Oda beni göremiyordu.
Gece sakin geçti. Sabahın ilk ışıkları ile sesler yeniden başladı. Uzaklardan çatışma sesleri geliyordu. Patlamalar ve çığlıklardan sesi yüzünden, ne rüzgarın sesini nede kuşların sesini duyamıyordum. Yerin titrediğini hissettim sonra. Kocaman zırhlıları yürürken gördüm. Buraya doğru geliyorlardı duraksamadan. Karınca arkadaşlarım yerin atına saklanmışlardı. Ne yapsın zavallılar. Sonra ne olduğunu anlayamadım. Koca bir dağ gibiydi üzerimden geçen tank, verdiği acıyı hiç anlatamam. Gözlerim kapandı, usulca terk ettim bedenimi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.