Aile kurumunun toplumsal dinamiklerini sarsan güncel sorunlardan biri de dijital teknoloji ürünlerinin (akıllı telefonlar, tabletler, televizyonlar ve benzeri elektronik cihazlar) kullanım alışkanlıkları çerçevesinde ortaya çıkmaktadır. Söz konusu teknolojik araçların aile içi etkileşim kalıpları üzerindeki dönüştürücü etkisi, modern aile yapısını şekillendiren belirleyici faktörlerden biri haline gelmiştir.
Dijital teknolojiler toplumsal yaşamı kolaylaştırıcı fonksiyonlarına rağmen, davranışsal bağımlılıkların oluşmasına da zemin hazırlayabilmektedir. Bu durum, aile kurumundaki bireylerin ve özellikle sosyalleşme sürecindeki çocukların toplumsal rollerini ve sorumluluklarını ihmal etmelerine, yüz yüze etkileşimlerin azalmasına neden olabilmektedir. Söz konusu dijital yabancılaşma, bireylerin toplumsal süreçlerini sekteye uğratarak, duygusal ve sosyal ihtiyaçların karşılanmasında eksikliklere yol açabilmektedir. Aile içi iletişim dinamiklerindeki bozulmalar, bireylerin toplumsal izolasyon yaşamalarını hızlandırabilmekte ve özellikle çocukların toplumsal gerçeklik algısında çarpıtmalara yol açarak, gerçekçi olmayan dünya tasavvurları geliştirmelerine zemin hazırlayabilmektedir.
Dijital araçlarla geçirilen sürenin artması, eşlerin hem birbirleriyle olan duygusal bağlarını zayıflatmakta hem de ebeveyn-çocuk ilişkisinde nitelikli etkileşimi azaltarak aile sorumluluklarının ihmaline ve evlilik içi anlaşmazlıklara sebep olabilmektedir. Denetim mekanizmalarından yoksun sosyal medya kullanımı, gelişim dönemindeki çocuk ve ergenlerde dijital bağımlılık sendromuna yol açabilmekte ve bu demografik grubu siber zorbalık ile çeşitli istismar türlerine maruz kalma açısından risk altına sokabilmektedir.
Günümüzde aile kurumunun karşılaştığı önemli sorunlardan biri de genç nesillerin yaşam zorluklarına hazırlıksız yetiştirilmeleridir. Ebeveynler, kendi yaşadıkları maddi ve manevi zorlukları çocuklarına yansıtmamak adına onları adeta bir fanus içinde büyütmekte, “el bebek gül bebek” yetiştirmektedirler. Bu korumacı yaklaşım, iyi niyetli görünse de, gençlerin hayatın gerçekleriyle yüzleşme ve zorluklar karşısında direnç gösterme becerilerini zayıflatmaktadır. Evlilik kurumunun sürdürülebilirliğini tehdit eden bu duruma, gençlerin ekonomik ve duygusal olarak kendi ayakları üzerinde duramamaları ve ebeveynlerin evli çiftlerin hayatlarına gereğinden fazla müdahil olmaları da eklenince, aile içi dengeler bozulmaktadır. Sonuç olarak, zorluklar karşısında problem çözme becerileri gelişmemiş, bağımsız karar alma mekanizmaları zayıf olan çiftler, evliliklerinde ortaya çıkan ilk ciddi krizde çözüm üretememekte ve bu durum ailelerin dağılmasına zemin hazırlamaktadır.
Geçmişte aile büyükleri, aile içi sorunları arabulucu (aile büyükleri tarafından hakem) olarak çözerdi. Günümüzde bu mekanizmanın yokluğu, sorunların doğrudan resmi kurumlara taşınmasına neden oluyor. Taraflar haklı çıkmak için gerçek dışı iddialara başvurabiliyor ve bu durum aile sorunlarını daha da karmaşık hale getiriyor.
Hiç şüphesiz, ailede yaşanan sorunlar yalnızca burada sayılanlarla sınırlı değildir. Aile ilişkileri, insan doğasının temelinde bulunan karmaşıklıklar nedeniyle zaman zaman çatışmalar ve anlaşmazlıklar barındırabilir. Ancak burada belirleyici olan, tarafların çözüm odaklı bir yaklaşımı benimsemeleri ve birlikte hareket etme iradesi gösterebilmeleridir. Eğer amaç ailenin devamını sağlamak ise, büyük görülen sorunlar dahi iş birliği, empati ve anlayış çerçevesinde aşılabilir; ancak taraflar arasında güven, sabır ve iletişim eksikliği hâkimse, küçük sorunlar dahi dağılmalara neden olabilmektedir.