
Ahmet Hasdemir
DEVLETİN AĞIR YÜKÜ VE VERİMSİZLİK KÜLTÜRÜ
Türkiye, kamu istihdamı konusunda yıllardır süregelen bir kısır döngü içinde. 2000’lerin başında 2 milyonu biraz aşan kamu çalışanı sayısı, 2025’te 5 milyonu geçti. Ancak bu hızlı artış, kamu hizmetinin kalitesinde aynı oranda bir iyileşme getirmedi. Aksine, dijitalleşmenin hizmetleri kolaylaştırdığı bir çağda memur sayısının sürekli yükselmesi, rasyonel gerekçelerle açıklanamaz hale geldi.
İktidar partisi, 2001’de kurulduğunda, devlet personel rejimi hakkında liyakat, verimlilik, şeffaflık ve modernizasyon odaklı bir söylemi benimsedi. Bürokrasinin hantal yapısını eleştirerek, kamu yönetimini daha etkin ve halka hizmet odaklı hale getirmeyi vaat etti. Ancak, bu vaatler, özellikle 2015 sonrası dönemde, artan memur sayıları, kamu iştirak şirketlerindeki aşırı istihdam politikaları ve liyakat tartışmalarıyla gölgelenmiştir. Parti, başlangıçta kamu personel rejimini özel sektör dinamizmine yaklaştırmayı hedeflese de, siyasi ve ekonomik dinamiklerdeki sapmalardan dolayı bu vizyondan vazgeçmiştir.
OECD ortalaması kamu istihdamı oranı Türkiye’den yüksek olmasına rağmen, orada etkin sosyal hizmetler ve gelişmiş bir şeffaf yönetim anlayışı var. Bizde ise hâlâ yazılı evrak düzeninden kopamayan, vatandaşına hizmeti bir hak değil de lütuf gibi sunan sağlıklı olmayan bir bürokrasi anlayışı hüküm sürüyor. E-Devlet gibi dijital sistemlerin birçok işi hızlandırmasına rağmen, kadrolar yine de daraltılmıyor, tam tersine daha da genişletiliyor, şişiriliyor.
657 sayılı Kanun’un sağladığı aşırı koruma, görevini ihmal eden memurun hesap vermesini zorlaştırıyor. Sisteme bir kez giren kişi, performansı ne olursa olsun, kolay kolay işini kaybetmiyor. Kanuni koruma yetmiyormuş gibi birde sendikal örgütlenme hakkı verildi. Böylece yeni sendika ağaları ve çalışmadan maaş alan bir hayli bankamatikçiler oluştu.
Eğer Türkiye bir şirket olsaydı, uzun süre ayakta kalamaz, batardı. Daha az gelirle en çok personeli çalıştıran bir işletme ya verimliliğini artırır ya da maliyetlerini azaltır. Türkiye ise bu tercihi yapmadığı için, yanlış hesap yapan bir tüccara benziyor. Geliri sınırlı, gideri sürekli artan bir işletme nasıl sonunda iflas ederse, devlet de iflas etmiyor ama zararını vatandaşının sırtına yüklüyor. Hiç düşmeyen enflasyon ve sürekli artan fiyatlarla vatandaşın yükü sürekli artıyor.
Kamu personeli alımı, siyasi tercihlerden bağımsız, liyakat ve gerçek ihtiyaca dayalı bir sisteme bağlanmalı. Dijitalleşmenin sunduğu imkânlarla daha az personel ile daha çok hizmet üretilebileceği artık tartışmasızdır. Gereksiz kadrolar azaltılmalı, vatandaşına hizmet etmeyi bir sorumluluk bilinciyle yerine getiren nitelikli bir kamu düzeni kurulmalıdır. Devlet aynı zamanda özel sektörü teşvik ederek istihdam yükünü kendi üzerinden hafifletmelidir.
Hiçbir zaman kamuda çalışmayı, kamu personeli olmayı düşünmedim. Çünkü özel sektörün dinamizmine inandım. Kendi işimi kurdum, devletin tüm bürokratik engellerine rağmen işimi büyüttüm ve yüzlerce insana istihdam sağladım. Benimki basit bir örnek; oysa doğru teşviklerle nice cevherler ortaya çıkarılabilir. Yeter ki 'devlet garantili' (salla başı, al maaşı) iş anlayışı sona ersin. Türkiye’nin de geleceği, memur ordusunu büyütmekte değil, üretken özel sektörü desteklemekte ve daha nitelikli kadrolarla kamu hizmeti sunmakta yatıyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.