Sevtap Haspolat
MÜCADELE ETMENİN GURURUNU YAŞAMAK
Biz bize sahip çıkmazsak kim bize sahip çıkacak. Biz sevdiklerimize, dostlarımıza, arkadaşlarımıza değer vermezsek kim, kimler bize değer verecek. Aynı şekilde onlarda bize sahip çıkıp değer vermezse kim, kimler bizimle yol yürüyecek. Biz onları, onlarda bizi görmezse hangi yüzle arkadaş olduğumuzu iddia edeceğiz. Dostlarımızı görmezden gelirsek onlarda bizi görmezden gelirse birbirimizi sevdiğimizi söylemenin ne anlamı olacak.
Nedense hep insan harcıyoruz. Bu konuda çok maharetliyiz. Toplum olarak öyle bir yere doğru gidiyoruz ki söylemeye dilim varmıyor. İletişim kanalları sıkıntılı hep. Alıcılar ve vericiler arasındaki engeller her geçen gün artıyor. Yapay ilişkiler, samimiyetten yoksun cümleler, aldatıcı bakışlar arasında günlük yaşamın kaybettirici vakitleri arasında ömürden bir gün daha eksiliyor. Arkadaş arkadaşa, komşu komşuya menfaati için selam veriyor.
Oysa gelenek, tanınmayan bir kişiye merhaba denilmesini, ışığı yanmayan bir evin ziline basılmasını, aç bir midenin doyurulması için paylaşılmayı öğütlüyor. Modern zamanların bencil ve bireyselci yaşam tarzı ise ben merkezli ve egoist bir anlayışı zihinlere yerleştirirken eyleme dönük telkinlerle kitleleri yalnızlaştırmayı öğütlüyor.
İnsan, toplumun içinde sosyal bir varlık olarak kendini konumlandırmak zorundadır. Kişiler ve kurumlar insan harcama yerleri olmamalıdır. Sivil toplum kuruluşları kendi içlerinde kurdukları kısır dünyanın etrafında dönerek, kendi hedef kitlelerine dahi yeterince hizmet verememektedir. İçerik üretemeyen STK’lar kendi içlerindeki çekişmelerle bir mevki ve makam yarışı içinde hareket ederek, kendi mensuplarını bile dışlamaktadırlar. Sosyal, kültürel, mesleki ve siyasi tüm örgütsel gruplar, kliklerle, dar bakış açıları ile, küçük olsun benim olsun felsefesi ile bulundukları alanı koruma derdindeler. Kendilerini desteklemeyen, eleştiren veya farklı bir sözü olan hiçbir kişinin varlığına tahammül bile göstermeyerek, ötekileştirmek için bütün entrikaları, iftiraları ve yalanları rahatlıkla üretebilmektedirler.
Bireysel anlamda kendimizi ne kadar yetiştirmiş olursak olalım, gruplarda, sivil toplum örgütlerinde veya siyasi örgütlerde, eğer bir lobinin elemanı değilsek, diğer klikler ve gruplar tarafından hemen anında ya dışlanıyoruz veya da biz başkalarını dışlıyoruz. Hep birilerinin adamı olmak için en sevdiği arkadaşımızı, yoldaşımızı gammazlıyor, dedikodusunu yapıyor ve iftiralar atmaktan çekinmiyoruz. Bunları gözlemlemenin, yaşamanın ve buradan itiraf etmenin üzüntüsü içinde olmak motivasyonumu düşürüyor. Benim gibi birçok kişiyi de ciddi anlamda etkiliyor.
Oysa, ortak olan insani, örfi ve kültürel değerlerimiz üzerinden hareket etmemiz gerekirken, bizimle yol yürüyen arkadaşlarımızla kol kola olmak gerekirken, sırf kendi menfaatlerimize ters düştüğü için çevremizdeki birçok kişiyi dinlemiyor, konuşturmuyor ve sürekli dışlıyoruz. Sürekli kişisel çıkarlarımız üzerinden iletişim kurup, ilişkilerimi geliştiriyoruz veya sonlandırıyoruz. Maalesef bu mekanla, bölgeyle de sınırlı değil. Büyükşehirlerde olmak veya taşra da olmakla da alakalı değil. Bu insan kalitesi ile ilgili bir şey. Yerelde de böyle genelde de böyle maalesef.
Sokağının, caddesinin, mahallesinin, şehrinin, ülkesinin, nefes aldığı yeryüzünün geleceği için yaşayan, daha yaşanabilir bir çevre hayalleri kuran, okuyan, araştıran, yazan, kafa yoran o kadar az insan var ki. Onlar da her zaman horlanmakta ve her geçen gün bireysel olarak, toplumsal olarak hor görülmektedir. Bu tip kişilerin, karar verici, yönetici ve yönlendirici olması engellenmekte, önlerine barikatlar kurulmakta, bir şekilde bulundukları konumdan resmi, gayri resmi veya mobbinglerle uzaklaştırılmaktadırlar.
Yaşanan hayat ne olursa olsun, ister modern isterse başka bir dünya olsun fark etmez, geçen yıllarımız özellikle de iki bin yirmi beş yılı bana şunu öğretti. Emeğe, alın terine, hak ve adaletin temel ilkelerine her zaman sahip çıkmamız gerektiğini, başkalarını eleştirirken, kendimize bakmayı unutmamayı, ailesi için, sevdikleri için fedakârlık yapanlara, gece gündüz demeden alın teri akıtanlara, ülkesinin kalkınması için gerçekten çaba sarf edenlere, içinde bulunduğu ortamı güzelleştirmek isteyenlere sahip çıkmamız ve imkân vermemiz gerektiğini öğretti.
Her şeye rağmen mücadele etmekten, pes etmemekten yana olan bir insanım. An itibarıyla yukarıda betimlemeye çalıştığım dünyaların çelişkilileri arasından sıyrılıp, bireysel yaşamıma, ailevi ve sosyal hayatıma, ülkemin geleceğine dair konuşmaya, yazmaya, okumaya ve var olmaya devam ediyor olmamın haklı gururunu yaşıyorum.
Ne mutlu bana. Ne mutlu böyle düşünen ve yaşayanlara.
Selam ve saygılarımla.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.