Ahmet Hasdemir
SÖZÜN SAHİBİ KİM?
Son yıllarda Türk medyasında olup bitenler oldukça rahatsız edici. Özellikle televizyonlarda “ülke gündemi” iddiasıyla yapılan siyasi tartışmalar… İzliyorum, dinliyorum, anlamaya çalışıyorum ama geriye kalan şey bilgi değil; sadece yorgunluk. Kendimi, uzun süre boş laf kalabalığına, gürültüye maruz kalmış gibi hissediyorum. Çok konuşuluyor ama ortada söylenmiş bir söz yok; sözün sahibi de belli değil.
Bir ülkede gazeteciler, avukatlar, ekonomistler ya da akademisyenler siyasetçilerin yerine konuşmaya başlarsa; siyasetçiler de bu kalabalığın arkasına saklanmayı alışkanlık haline getirir. Bugün tam olarak yaşadığımız da budur. Ekranlarda gezenler belli, stüdyolar kalabalık, unvanlar çok çeşitli ama ortada tuhaf bir boşluk var: Sorumluluk boşluğu. Tartışma programlarına bakıyorsunuz; aynı yüzler, farklı mesleklerden ama aynı öfkeyle konuşan "uzmanlar" her gece bir şeyler söylüyor. Ancak kimse bir şey anlatmıyor, kimse bir şey anlayamıyor. Çünkü anlatması gerekenler, yani o kararları alan ve toplumun derdine derman olacak siyasetçiler orada değil. Olması gereken yerde olmayan siyasetçinin yerini; bir avukatın hukuk yorumu değil siyasi savunması, bir ekonomistin verisi değil parti bağımlılığı, bir gazetecinin ise hevesli sözcülüğü dolduruyor. İşte sorun tam da burada.
Uzmanlık, bir meseleyi her yönüyle süzgeçten geçirmek ve kamuoyunu aydınlatmak içindir; bir siyasi görüşün bayraktarlığını yapmak için değil. Gelişmiş ülke demokrasilerinde bir uzmanın ya da gazetecinin ekrandaki mesafesi, bir meslek ahlakı gereğidir. Yorum yapılır ama taraf olunmaz; eleştirilir ama vekâlet alınmaz. Bizde ise her meslekten insan, çoğu zaman bir partinin “sözcüsü gibi” konuşmak zorunda kalıyor veya buna zorlanıyor. Sonra da kaçınılmaz olarak etiketleniyor, mesleki ağırlıklarını kaybediyorlar. Bir gazeteci olarak bu tabloyu kaygıyla izliyorum. Genel yaygın medyada yaşanan bu anormallikleri, yerelde de görünce kaygım daha da artıyor.
Merkezde durum böyleyken, yerelde onun daha ham, daha filtresiz bir hâli var. Yerel basını açıyorsunuz; haber değil, albüm görüyorsunuz. Kim hangi toplantıya katılmış, hangi sempozyumda ne söylemiş, hangi politika kime ne kazandırmış… Yok. Bunların yerine bol bol fotoğraf, bol bol yuvarlak cümleler. Siyasiler sosyal medyada paylaşım üstüne paylaşım yapıyor. “Halkımızla bir aradayız”, “şehrimiz için çalışıyoruz”, “istişare ettik”… Güzel de ne konuştunuz, kimi aydınlattınız, hangi soruna ne çözüm getirdiniz? Bunların cevabı yok.
Bu dil uyutucu bir dildir. Bilgi vermez, his uyandırır. Düşündürmez, oyalatır. Ve ne yazık ki yerel medya da çoğu zaman bu oyunun parçası hâline geliyor. Çünkü sormak zahmetlidir, yazmak risklidir, fotoğraf paylaşmak ise konforludur.
“Tarafsızlık” çoğu zaman yanlış anlaşılıyor. Tarafsızlık; her şeye sessiz kalmak değildir. Aksine, doğru soruyu herkese sormaktır. Ama bugün gazeteci, soru sormaktan çok pozisyon almaya zorlanıyor. Bu da mesleği bir fikir kulübüne, hatta bir propaganda alanına çeviriyor. Oysa gazetecilik; alkış almak için değil, rahatsız etmek için vardır. Güçlüyü değil, hakikati merkeze alır. Ve en önemlisi, yerini bilir.
Siyasetçi konuşacaksa çıksın konuşsun, politikasını da kendisi savunsun. Gazeteci ise karşısına oturup sorsun, hatırlatsın, itiraz etsin. Roller karıştığında tartışma anlamını, siyaset de sorumluluğunu yitiriyor. Bu ülkede eksik olan şey söz değil, o sözün kayıp sahibidir. Yetkili olanlar susuyor, başkaları onların adına konuşuyor. Oysa söz, sahibini bulmadıkça ne anlam üretir ne de sadra şifa olur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.