Kocaeli Karamürsel’de yaşanan olay, adalet sistemimizdeki yapısal sorunları bir kez daha gündeme taşıdı. Sahte dekontla dolandırılan bir vatandaş, altı ay boyunca resmi yollarla hakkını aramış ancak sonuç alamayınca, iki kişiyi öldürerek kendi adaletini sağlamaya çalışmıştır. Bu olay sadece bir suç dosyası değil; Türkiye’de adalete olan güvenin ne kadar zayıfladığını ve insanların hukukun yerine kendi çözümlerine son çare olarak başvurduğunu gösteren acı bir örnek olmuştur.
Adaletin gecikmesi, umudunu devlete bağlayan insanlarda çaresizliğe, derin bunalımlara, hatta kimi zaman bu olayda olduğu gibi cinnet haline yol açabiliyor. Yargı sistemimizin en büyük sorunu, süreçlerin ağır aksak ve çoğu kez sonuçsuz ilerlemesidir. Mahkemeler yıllarca sürerken, şikâyetler ya çok geç cevap buluyor ya da yetersiz çözümlerle geçiştiriliyor. Özellikle ekonomik suçlarda mağdurlar adeta bir kez daha cezalandırılırken, faillerin cezasız kalması toplumun adalete olan inancını derinden sarsıyor. Bu ortam, vatandaşın hukuka güvenini yitirmesine ve herkesin kendi adaletini aradığı tehlikeli bir kaosa sürüklenmesine zemin hazırlıyor.
Adalet, bir toplumun temel direğidir. Gelişmiş toplumlarda bu konuda kararlı ve etkili adımlar atılır. Örnek aldığımız batılı ülkelerin uygulamalarına bakıldığında, ekonomik suçlara ilişkin davalar öncelikli bir takvimle ele alınır ve genellikle bir yıl içinde sonuçlanır. Dolandırıcılık gibi suçlara verilen cezalar hem caydırıcıdır hem de yargı süreçleri hızlı işler. Mağdurlar, zarar görür görmez devreye giren tazminat mekanizmalarıyla anında korunur. Bu sistemlerde kimse kendi adaletini sağlamaya kalkmaz; çünkü hukukun işleyeceğine olan güven tamdır. Bizim de örnek bir sistemi kurmamız çok mu zor? Bir ömür geçti, bu düzeni görmek nasip olmayacak mı?
Ne yazık ki Türkiye’de bu güven hızla erimektedir. Yargı sisteminin hızlanması, özellikle dolandırıcılık gibi suçlara karşı daha caydırıcı önlemlerin alınması, mağdurların maddi ve psikolojik olarak yalnız bırakılmaması elzemdir. Devletin en temel sorumluluklarından biri, vatandaşın can ve mal güvenliğini sağlamak, adaleti ulaşılabilir kılmaktır. Eğer insanlar, hukuk yoluyla hakkını alamıyorsa ve bunu sistematik olarak deneyimliyorsa, suç işlemeye meyilli olmayan sıradan bireylerin bile suça sürüklenmesi kaçınılmaz hâle gelir.
Kocaeli’ndeki yaşananlar, bir çaresizliğin hazin yansımasıdır. Bu, bir “katilin hikâyesi” değil, adalete ulaşamayan yaşlı bir vatandaşın çaresiz çırpınışıdır. Eğer bu çaresizliğe seyirci kalınırsa, benzer acılar yaşanmaya devam edecektir. Çünkü geciken adalet, yalnızca geç gelen bir hak değil, toplumsal düzeni kökünden sarsan bir adaletsizliktir. Çözüm, adaletin hızlı, etkin ve tarafsız bir şekilde işlemesini sağlayarak halkın devlete olan güvenini yeniden inşa etmektir. Adalet yerini bulmadıkça, ne vicdanlar ne de sokaklar huzura kavuşabilir.