Geçtiğimiz Cuma günü camilerde okunan hutbe, kamu hakkının dokunulmazlığı üzerine öyle çarpıcı bir mesaj verdi ki, adeta toplumun her kesimine hitap eden bir vicdan çağrısıydı. “Kamu hakkı, Hukukullah’tır; Allah’ın hakkıdır, Rabbimizin emanetidir” sözleriyle başlayan bu metin, sadece dini bir uyarı değil, aynı zamanda toplumsal bir sorumluluk manifestosuydu. Ancak, bu güçlü mesaj karşısında, toplum olarak kamu hakkına karşı sergilediğimiz kaygısızlığı düşünmeden edemiyorum. Bu yazıda, hutbenin ilham verici çağrısını temel alarak, hepimizin bu konudaki duyarsızlığını eleştirel bir gözle değerlendireceğim.

Hutbe, kamu malının sadece yaşayanların değil, yetimlerin, muhtaçların ve gelecek nesillerin hakkı olduğunu vurguluyordu. Peygamber Efendimiz’in (s.a.s) “Kamu malından haksız kazanç sağlayanlar için kıyamet günü ancak cehennem azabı vardır” uyarısı, bu emanete ihanet etmenin ağırlığını gözler önüne seriyor. Peki, biz bu emanete ne kadar sahip çıkıyoruz? Hazineyi zimmete geçirmek, sosyal yardımları haksız almak, rüşvetle iş yürütmek, torpille hak yemek; bunlar hepimizin gözü önünde. Daha vahimi, bu haksızlıklara karşı vurdumduymaz halimiz. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” diyerek, bu ihlalleri normalleştiriyoruz. Sağcı, solcu, muhafazakâr, seküler; hepimiz bu duyarsızlığın parçasıyız.

Hutbenin başında Hayber fethinde hayatını kaybeden bir sahabenin kamu malından bir hırka çalması nedeniyle cehennemde göründüğünü anlatan hadisi, kamu hakkının hassasiyetini çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Bugün, kaçak elektrik kullananlar, naylon fatura ile vergi kaçıranlar, engelli muafiyetini kötüye kullanarak rant elde edenler bu hadisin ağırlığını hissediyor mu? İnananlar bunu dini bir vebal, inanmayanlar ahlaki bir sorumluluk olarak görmezken, toplumun her kesimi kendi çıkarları uğruna kamu hakkını göz ardı edebiliyor. Siyasiler kamu kaynaklarını seçim yatırımı olarak kullanırken, vatandaşlar “herkes yapıyor” diyerek vicdanlarını rahatlatıyor. Medya manipülatif haberlerle, sosyal medya kullanıcıları ise linç kültürüyle bu çürümeye katkı sağlıyor.

Hutbenin “Hediye kisvesine bürünen her türlü çıkar ilişkisi, cehennem ateşinden bir parçadır” uyarısı, rüşvetin ve adam kayırmanın ne denli büyük bir günah olduğunu hatırlatıyor. Ancak torpil, ülkemizde adeta bir alışkanlık. İşe alımlarda liyakat yerine tanıdık önceliği, ihalelerde şeffaf olmayan süreçler, gençlerin hayallerini çalıyor. “Kamu imkânlarını amacı dışında kullanmak günahtır” uyarısına rağmen, kamu hizmetlerinde ayrımcılık yapanlar, işlerini aksatanlar, bu emanete ihanet ediyor. Bu kaygısızlık, sadece bireysel bir ahlak meselesi değil; toplumsal adalet duygusunu zedeliyor.

Peki, ne yapmalıyız? Hutbe, bize doğruluk, adalet ve emanete sahip çıkma yolunu gösteriyor. Kamu hakkını korumak, hepimizin görevi. Kaçak kullanımından vazgeçmek, sosyal yardımları ihtiyacı olanlara bırakmak, rüşvet ve torpile karşı durmak küçük ama etkili adımlar. İnanan, inanmayan, sağcı, solcu; hepimiz bu ülkenin ortak geleceğinden sorumluyuz. Bu mesajı hayata geçirmek, kaygısızlığımızla yüzleşmekten geçiyor. Kamu hakkı, sadece bir emanet değil; vicdanımızın sınavıdır.

Hutbenin bu çağrısı, vicdanlarımızın uyarısı için bir başlangıç olsun. Bu sınavı millet olarak geçmek zorundayız, çünkü bu emanet hepimizin ortak borcudur.