Sevtap Haspolat
ENDİŞE VE UMUT
“Kulaklarımla duyduklarıma inanamıyorum. Gözlerimle gördüklerime inanamıyorum. Duyduklarım ve gördüklerim beni kaygılandırıyor. Her geçen gün endişelerim artıyor.”
Aynı cümleyi birde şu şekilde kurarak devam etmek istiyorum.
“Kulaklarımla duyduklarıma inanamıyorum. Gözlerimle gördüklerime inanamıyorum. Duyduklarım ve gördüklerim beni heyecanlandırıyor. Her geçen gün umudum artıyor.”
Bu iki cümle karşılıklı negatif ve pozitif bir bakışın yansımasıdır. Gerçek hayatta da bu bakışın karşılığını her an duyabilir ve görebiliriz.
Yolda giderken, otobüse binerken, alışveriş yaparken, bir kafe de kahve içerken, bir lokanta da yemek yerken, akraba ziyaretlerinde konuşurken, okulda ders işlerken herkes birbirleri ile kurduğu iletişim sonucunda bir etkileşim içine girmektedirler. Birbirlerinden etkilenen insanlar duyduklarını, gördüklerini sözlü, yazılı veya görsel olarak aktarım yaparak yayılmasını sağlamaktadırlar. Sağlanan bu bilgiler ve olaylar neticesinde, paylaşılan şey iyilik ise iyiliği, kötülük ise kötülüğü yaygınlaştırmaktadır.
Toplum içinde bu sürece dahil olan bilinçli veya bilinçsiz milyonlarca insandan bahsedebiliriz. Kimileri planlı veya plansız olarak kendi düşüncelerini, ahlaklarını, inanışlarını, kültürlerini, örf ve adetlerini hiç tanımadığı, görmediği, hatta göremeyeceği bireylere ve topluluklara aktarmaktadırlar. Birbirinden etkilenen insanların kendi toplumlarında etkilendikleri söz veya eylemleri uygulamaya çalışmaları ise o toplumda bir kabulleniş, beğenme ve uygulama alanı bulmaktadır. Veya tam tersi de olabilir. Bir uyuşmazlık ve reddedişle karşı karşıya kalınabilir. Bünyeye uymayan düşünce söz ve davranışlar zaman içinde yok olur. Kabul ve reddediş bireylerde ve toplumlarda bir değişime, bir çatışmaya da dönüşebilir. Değişim o kültürün bir parçası olarak varlığını sürdürerek yeni bir kültür inşa edebilir. Çatışma ise bir kaos meydana getirerek direnç geliştirir. Bu süreç, nesillerin değişim dönemi olarak belirlenen beş yılda bir gerçekleşebilen bir dönüşümle birlikte bir zemin bulabilir.
Tabi bu biraz da durduğunuz yerle, baktığınız pencere ile alakalıdır. Bizim gibi yetişkin bireylerin, şimdiki gençleri anlama, anlamlandırma ve empati yapma gibi düşünceleri varsa başta kurduğum cümleleri sarf etmemiz gayet doğal bir refleks olarak kabul edilmelidir. Yok eğer her şeyi normal görüyor ve modern zamanın getirdiği yaşam biçimi olarak algılayıp farklı bir pencereden ve tersinden meselelere bakıyorsak o zaman kurduğum cümleleri yadırgayan çok sayıda insan çıkabilir.
Birkaç örnekle bu düşüncemi somutlaştırmak isterim. Gözümün önünde meydana gelen bir durumu anlatmak istiyorum. Genç kızlardan oluşan bir grup, kendi aralarında konuşuyorlardı. Sanırım okul çıkışı servis bekliyorlardı. Kaldırımı tamamen kapatmışlardı. Karşı kaldırımda duran başka bir grubun çağrısı üzerine içlerinden birisi atılarak öyle bir söz söyledi ki kendi cinsimden olan birinden böyle bir sözü işitmenin acısı ile aniden irkildim. Hemen ardından, gencin ağzından daha farklı olumsuz birkaç kelime çıkmıştı ki, kendimi istem dışı gruba ve sözün sahibi kişiye “çok ayıp ama” demek durumunda kaldım. Hiç umursamadan ve garip bir eda ile bana bakarak “ne oldu ki abla” dedi. Bende “ağzından çıkanı duymuyorsun sanırım” dediğimde, yanındaki diğer gençlerden birisi kahkaha atarak “ o hep böyle konuşur, he mi ne var ki konuşmasında” diyerek kendisi de bir küfür ve argo cümleler söyleyiverdi. “Bunlar bizim her gün ve sıradan konuşmalarımız” cümlesi ise beni daha fazla şaşırttı ve üzdü. Arkasından başka bir genç biraz utanarak “abla, bunların hepsini sosyal medyadan öğreniyorlar bunlar. Jelatini açılmamış sözler diyerek yarış yapıyorlar birde. Bizde ister istemez duyuyoruz. Sevmesek te bir şey yapamıyoruz.” cümlesi ile kendime geldim. Sonra o an yazımın başında kurduğum cümleyi mırıldandım. “Kulaklarımla duyduklarıma inanamıyorum. Gözlerimle gördüklerime inanamıyorum. Duyduklarım ve gördüklerim beni kaygılandırıyor. Her geçen gün endişelerim artıyor.”
Güzelim Türkçemizin binlerce nezaket dolu kelimeleri dururken, insanların birbirlerine hitap ederken kullandıkları çirkin kelimeler, argo ve küfürler ne zaman bizim dünyamıza girdi. Eyvah ki ne eyvah.
Sarsılmıştım. Moralim çok bozulmuştu. Dikkatim dağılmıştı. Hemen oradan ayrılıp eve dönmek için yola devam ederken farklı bir grup öğrenci ile karşılaştım. Sıkı sıkıya ellerinde tuttukları malzemeleri sanki bir yere götürmek için bekliyorlardı. Yüzleri pırıl pırıldı. “Biz kazanacağız tabii ki diyordu” içlerinden bir tanesi. Diğeri hemen atılarak “Bizim eserlerimiz daha çok beğenilecek. Belki de Türkiye genelindeki yarışmaya katılabileceğiz.” Yanında sessizce duran arkadaşı ise “hem başka bir şehir de görmüş oluruz. Ne güzel olur.” diyerek konuşmalarına gayet kibar ve düzgün cümlelerle devam ettiler. O sıra benim kendilerini dinlediğimi ve takip ettiğimi anlayınca hemen sustular. Yanlarına biraz daha yaklaşarak, “Aferin size çocuklar. Elinizdeki malzemeler nedir bilmiyorum ama konuşmalarınıza istemeden kulak misafiri oldum. Kusura bakmayın. Biraz önce başka bir öğrenci grubunun konuşmaları beni çok üzdü. Sizi böyle görünce ve konuşmalarınızı da duyunca çok mutlu oldum. Umarım başarılı olursunuz.” dedim. Onlarda şaşırmıştı. “Teşekkür ederiz abla. Bizim için de dua et olur mu?” dedi içlerinden uzun boylu mavi şapkalı olan kız. Başlarını okşayıp yanlarından ayrıldım. Daha sonra kendi kendime yazımın başında kurduğum ikinci cümleyi mırıldandım. “Kulaklarımla duyduklarıma inanamıyorum. Gözlerimle gördüklerime inanamıyorum. Duyduklarım ve gördüklerim beni heyecanlandırıyor. Her geçen gün umudum artıyor.”
Türkçemizi doğru kullanan, teşekkür eden, tebessüm eden, hayalleri olan, heyecanları ve yetenekleri ile eserler ortaya koyan çocukların varlığı ile gurur duyuyorum.
Birbirinden olumlu anlamda etkilenen, düşünceleri ile, ürettikleri ile, sözleri ve davranışları ile vatanına, milletine ve tüm insanlığa hizmet etmek isteyen çocuklarımızın sayısının artmasını canı gönülden istiyorum.
Selam ve saygılarımla…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.