
Ahmet Hasdemir
ANAM GİBİ SAR BENİ, SULTAN ŞEHİR
Dün Sivas’ta sadece bir şairi değil, bir devrin sesi, edebiyat ve fikir dünyamızın mümtaz isimlerinden Yavuz Bülent Bâkiler’i ebediyete uğurladık. Onun ardından uygun kelimeleri seçip yazmak kolay değil ama vefa borcum var, yazmaya çalışacağım; zira o, hem şiirinde hem yazdıklarında hem de günlük hayatında bu şehre ve milletine sevdalı bir insandı.
Onun kitaplarını büyük bir zevkle okudum; sohbetlerinden aldığım keyfi ise anlatamam. “Gidenlerin Ardından” adlı kitabının kapak notunda kullandığı satırlar, çıktığı ahiret yolculuğuna ayna tutar gibi: “Biz, ölenleriyle birlikte yaşayan bir milletiz. Sadece biz değil, diğer milletler de öyle… Gidenler, yaşayanların hayatından tamamen silinmiyorlar. Yaşayanlar arasında olduğu gibi, gidenlerin arasında da binlerce yıldan beri yolumuzu aydınlatanlar, fikirleriyle, yaşayışlarıyla bize güzeli, doğruyu, faydalıyı gösterenler var. Üzerinde yaşadığımız topraklar, gidenlerle de mukaddes…”
Rahmet-i Rahman’a uğurladığımız aziz hemşerimiz, önden gidenlerden merhum Yahya Kemal’in “Sessiz Gemi” şiirini bu kitabının girişinde hatırlatarak ölümü yumuşak, hatta çok güzel kelimelerle anlatır. Şaire göre gidenler, yerlerinden memnun oldukları için geri dönmezler:
“Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden.”
Yavuz Bülent Bâkiler, kendi şiirinde ölümü hüznün yanında zarafetle anlatan biriydi. Hatırlatırdı ki ölüm, sadece bir bitiş değil; yeni bir başlangıçtır.
“Hazreti Süleyman’a bile kalmadı dünya
Bâki olan bir tek Allah
Bütün günahları size bırakıp
Ölmüşüz Elhamdülillah.”
Geçmişte yazdığı bu satırlarla dün kendi ahiret yolculuğu da başlamış oldu. Menzili mübarek olsun.
Benim için Yavuz Bülent Bâkiler’i unutulmaz kılan ise otuz yıl önce yaşadığım bir hatıradır. Sivas’ta bir sempozyum vesilesiyle bulunuyordu. O sıralar SRT televizyon yayınlarına yeni başlamış, program yapımcılarımız, şehre gelen kültür insanlarını ekrana çıkarmak için büyük gayret gösteriyordu; fakat birçoğu buna pek istekli olmazdı. Arkadaşlarımız sempozyum sonrası program teklifinde bulundukları kişileri çekim yapmak için tarihi Abdi Ağa Konağı’na davet ediyordu. Teknik altyapının hazırlanmasında ben de yardımcı olmuştum o zaman. Hazırlık esnasında biraz ötemde hararetle konuşan iki kişi dikkatimi çekti. Biri Yavuz Bülent Bâkiler, diğeri ise ismi lazım değil; İstanbul’da taşralı, taşrada ise kendini allame(!) sananlardan birisiydi. Yüksek sesle konuştukları için duyuyordum: Bâkiler, “Sevgili kardeşim, bu kanal memleketimizin kanalı. Buraya çıkmayıp nereye çıkacağız? Gençler büyük bir gayretle çalışıyorlar. Sempozyumu çektiler, bizi de buraya davet ettiler. Bize de davete icap edip, programa katılmak düşer.” diyordu. Diğeri ise burun kıvırarak, “Ben katılmam, sen katıl abi” deyince, Bâkiler hiç tereddüt etmeden, “Tamam, ben katılıyorum” dedi ve programa katıldı. O an gözümde öyle büyüdü ki… Sonraki yıllarda da birçok programımıza katıldı. Hiçbir talepte bulunmadı. Hatta birkaç şiirini klip haline getirmiştik, onların seslendirmesini bile kendisi yaptı. Bağımız hiç kopmadı.
Anadolu’ya, Sivas’a, Türk milletine olan sevgisini her hareketinde görmek mümkündü. Onun Sivas’a olan sevgisini de unutamayız. “Anam gibi sar beni, Sultan Şehir” şiirinde şöyle anlatıyordu:
“Bir gün bir derviş gibi çıkıp gelirsem eğer
Görürsem bir daha gönül gözüyle seni
Anla bir rüzgâr gibi yüreğimden geçeni
Ve sonra anam gibi sar beni, sultan şehir
Ve sonra anam gibi sar beni, sultan şehir”
Dün gördük ki bu dizeler, onun hayatının en güzel tecellisine dönüştü. Çünkü Yavuz Bülent Bâkiler, Sivas’ta annesinin yanı başına defnedildi. Ve Sultan Şehir’in toprağı, şairini gerçekten ana kucağı gibi sarmaladı.
Onu dün Yukarı Tekke’de ebediyete uğurladık, Rabbine kavuştu. Ama biliyoruz ki, kalemiyle yazdığı şiirler, fikirleriyle söylediği sözler ve ardında bıraktığı eserler, onu aramızda yaşatmaya devam edecek.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.