Ahmet Hasdemir
MASANIN DOĞU VE BATI TARAFI
Günlük sohbetlerimiz, aslında bir toplumun aynasıdır. Bir masanın etrafında ne konuştuğumuz; neye değer verdiğimizi, neyden çekindiğimizi, hatta neyi içimize attığımızı ele verir. Kimi zaman uzun analizlere gerek kalmaz; üç beş dakikalık bir sohbet, bulunduğun toplumun ruh halini açıkça ortaya koyar.
Bizim coğrafyada sohbetin omurgası çoğu zaman bellidir: din, siyaset ve geçim meselesi. Bu konular öylesine gündelik hayatın içindedir ki, “Nasılsın?” sorusu bile kısa sürede memleketin hâline, hayat pahalılığına ya da bir duaya bağlanır. Bu durum bir rastlantı değildir; insanların kimliklerini, aidiyetlerini ve kaygılarını bu başlıklar üzerinden kurmalarının doğal sonucudur. Aynı gemide olma hissi, sohbeti de ortak dertler etrafında şekillendirir.
Batı kültüründe ise masanın dili daha temkinlidir. Yıllardır gidip geldiğim, akrabalarımın ve arkadaşlarımın yaşadığı bu kültürü barındıran ülkelerde defalarca gördüm; hatta bunu kendi aramızda sık sık da konuşuruz: Din, siyaset ve para bilinçli olarak az konuşulur ya da hiç açılmaz. Konu açılırsa kısa tutulur, ortam gerilmesin diye ustalıkla başka yere çekilir. Hava durumu, tatil planları, çocukların okulu, bisiklet turları, doğa gezileri, hobiler… Kimsenin canını sıkmayacak, kimseyi köşeye sıkıştırmayacak başlıklar tercih edilir.
Bu iki sohbet biçiminin de kendine özgü artıları ve eksileri vardır. Bizde konuşmalar daha derindir; çünkü bu başlıklar hâlâ “hayatta kalma” meselesi olarak görülür. İnanç, siyaset ve geçim, bireyin değil toplumun ortak yüküdür. O yüzden konuşulur, tartışılır, hatta kavga edilir; susmak çoğu zaman ayıp sayılır. Ancak sohbet koyulaştıkça, en küçük görüş ayrılığı bile sertleşmeye, hatta kopuşlara yol açabilir.
Batı’da ise sohbetler daha sakindir. Gerilimden kaçınmak esastır; farklı görüşte insanlar aynı masada gülümseyerek oturabilir. Bunun bedeli veya olumsuz tarafı ise şudur: İnsanlar uzun süre yan yana kalıp birbirlerinin hayata bakışını, derin kaygılarını ve kırılgan noktalarını hiç öğrenmeden de devam edebilir.
Bu fark sadece sohbet zevkiyle ilgili değildir. Batı’da birey merkezde durur; herkes kendi sınırını bilir, özel alanına sahip çıkar. Din, siyaset ve para bu yüzden kişisel mesele sayılır, yabancıya açılmaz. Bizde ise merkeze çoğu zaman birey değil, ait olunan yapı yerleşir: aile, inanç, devlet, parti, cemaat, memleket… İnsan kendini önce bunlar üzerinden tarif eder. Kim olduğumuzdan çok, nereden ve ne tarafta durduğumuz sorulur. Bu yüzden bu konular masadan eksik olmaz; konuşulur, tartışılır, bazen de hararetlenir. Bunun bedeli, sohbetin zaman zaman kırıcı olabilmesi, ilişkilerin kolayca yıpranmasıdır.
Bizde sohbet çabuk derinleşir. İnsanlar birbirini ya hızla yakın bulur ya da hızla karşısına alır. Ortası zordur. Ama en azından kim kimdir, nerede durur, kısa sürede anlaşılır.
Bu yüzden “hangi kültür daha iyi?” sorusu bana hep anlamsız gelir. Her toplum, kendi ihtiyaçlarına göre bir sohbet dili kurar. Biri gerilimi azaltmayı, diğeri meseleyi açıkça konuşmayı seçer. Asıl mesele, neyi konuştuğumuz değil; nasıl konuştuğumuzdur. Saygıyla yapılan bir siyasi sohbet, ruhsuz bir hava durumu muhabbetinden daha kıymetlidir. Aynı şekilde, kavgaya dönüşecek bir siyaset ya da din tartışması yerine; bazen bir hobiden, bir kitaptan, bir çocuğun eğitiminden ya da ortak bir yolculuktan söz etmek daha öğretici ve birleştirici olabilir. Karşımızdakini incitmeden konuşabilmek kadar, gerektiğinde incitmemek için susabilmek de bir erdemdir.
Masaya oturduğunuzda hangi kelimelerin dolaştığına dikkat edin. O masa size sadece sohbeti değil, o toplumun ruh hâlini de anlatır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.