ŞEYH SADİ ŞİRAZİ…

Şeyh Sadi Şirazi 13. yüzyılda yaşamış büyük bir yazar, mütefekkir, şair ve âlim biridir. Eski İran Edebiyatının en önemli birkaç isminden birisi de odur. Bunu biz değil, onu bilen, tanıyan, araştıran bütün şair, yazar ve araştırmacılar ifade ediyor. Hem şair, hem yazar, hem mutasavvıf ve hem de âlim. Yıllarca ilim tahsili için dünyanın birçok ülkesine gitmiş, gördüklerini, yaşadıklarını da kitaplarıyla insanlara aktaran mükemmel bir adam.

Ömrünü vaaz ve irşad ile geçiren Şeyh Sadi Hazretleri birçok eser kaleme almıştır. Bunların en meşhuru Bostan ve Gülistan isimle eserleridir. Bostan manzum, Gülistan mensurdur ama bir çok şiir, hikayenin yer aldığı ve ayrıca seyahatlerinden bahsettiği doyumsuz bir hazinedir.

İşte bu Gülistan isimli eseri benim başucu kitabımdır. Yıllardır defalarca okuduğum halde bir türlü elimden bırakamadım. Hemen hemen dünyanın bütün dillerine çevrilen bu kitap, Farsça’dan Türkçe’ye çevrildiğinden bu yana belki de yüzlerce baskısı yapılmıştır. Hatta Osmanlı zamanında medreselerde ve diğer mekteplerde de ders kitabı olarak okutulmuştur.

Efendim durduk yere Şeyh Sadi’den, Gülistan’dan niye bahsediyoruz, diye aklınıza gelebilir. Söyleyeyim; onun eserlerinden hoşuma giden hikaye, şiir, öğüt ve kelamı kibarları sizinle paylaşmak istiyorum. Zaten daha önce Gülistan’daki bazı hikayeleri çocuklar için hazırlayarak bu sütunda sizinle paylaşmıştım. O çalışma kitap olarak yayına hazırlandı ama yayınlamak bir türlü nasip olmadı.

Şimdi Gülistan’dan bir hikayeyi sizinle paylaşmak isterim, umarım ki faydalı olur. Bu hikayeye şöyle bir isim koyabiliriz;

HUYSUZ KADIN

Bir vakit Şam’daki dostlarımla düşüp kalkmadan, onlarla bir arada bulunmaktan bana usanç geldi. Başımı aldım Kudüs çöllerine düştüm. Hayvanlar ile ünsiyet ettim. Oralarda gezdim, yalnız başıma zikir ettim, dualar ettim. Haçlılara esir oluncaya kadar bu böyle devam etti. Frenklere esir düşünce beni aldılar Trablusşam’a götürdüler. Orada bir takım çıfıtlarla beraber bana siper kazdırmaya başladılar. Bir zaman böyle geçti.

Nihayet Halep reislerinden vaktiyle tanıştığım bir zat oradan geçerken beni tanıdı.

-Bu ne hal Sadi? dedi.

Şöyle cevap verdim;

-Cenab-ı Hak'tan başkasıyla meşgul olmayayım diye insanlardan dağlara ovalara kaçtım. Şimdi tasavvur et ki bir takım hayvan sürüleriyle geçinmeye mecbur kaldım. Halimi ne sen sor, ne de ben söyleyeyim.

‌O zat bana acıdı.10 altın vererek beni frenklerin esaretinden kurtardı. Kendisiyle beraber Halep'e götürdü. Bir kızı varmış. Onu 100 altın mehir ile bana nikâh etti. Bir zaman böyle geçti. Kız çok huysuz ve inatçıydı. Her fırsatta bana dil uzatıyor, beni çok üzüyordu. Mesut değildim. Nasıl ki demişlerdir; "İyi bir adamın evinde fena bir kadın varsa, o adam cehennem azabını dünyada çeker." Kötü refikadan pek sakın. Allah'ım bizi cehennem azabından koru. O kadın bir kere bana şöyle hakaret etti;

-Sen kimsin? Sen babamın 10 altına satın alarak frenklerin esaretinden kurtardığı adam değil misin?

Ben de cevap olarak;

- Evet babanın 10 altına frenk esaretinden kurtarıp, 100 altına sana esir ettiği adam benim, dedim.

Şöyle anlatırlar: Bir gün adamın biri, bir koyunu bir kurdun elinden kurtarmış. Kurt onu yiyecekken ağzından almış. Gece olunca o adam, kurtardığı koyunu yatırmış, boğazına bıçağı dayamış. Zavallı koyun inleyerek şöyle diyormuş; beni kurdun ağzından kurtardın, şimdi sen yiyeceksin. Ne fark eder? Demek ki esas kurt senmişsin…

Kıssadan hisse...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Kasım DEMİR Arşivi

CAMİLER VE DİN GÖREVLİLERİ…

05 Ekim 2025 Pazar 11:55

YAVUZ BÜLENT BAKİLER'İN ARDINDAN

01 Ekim 2025 Çarşamba 12:43