TASAVVUF ANLAYIŞI

8 yıl önce

Bizde ki tasavvuf anlayışında üç aşağı, beş yukarı şu inanışlar vardır: -Müritler, şeyhlerini Allah’ın yegâne temsilcisi ve vekili olarak görürler, buna mutlak surette inanırlar. -Onlara göre Şeyh, kıyamet gününde istediğinin imanını dahi kurtarır, sevdiği adamları alıp hesap ve azaptan sıyırır. Sevmediği kimseleri ise sahipsiz ve perişan bırakır. -Hem de bu inanışlar Şeyh’in yaşadığı dönem için değil, bu yetkileri öldükten sonra da devam eder. Bu nedenle; ölmüş bir Şeyh’in müritleri bu defa da onun ruhundan medet beklerler. -Mezarına gittikleri zaman Şeyhlerinin huzurunda el bağlar, gözlerini yumar, Rabıta yaparak yardım talep ederler. Mezarından bir miktar toprak alırlar, şifa niyetiyle suda kaynatır içerler, gerekirse arkadaşlarına ikram ederler. -Hastalığı biraz ağır olanlar, Şeyh’in mezarına götürülür, orada saatlerce bekletilirler. -Ölmüş Şeyh’in keramet ve tasarruf açısından daha aktif olacağına inanılır ve onun ruhunun kınından çıkmış keskin kılıç gibi hazır beklediğine inanırlar. Maalesef akıllarını Şeyhlerine teslim etmiş bu zavallılar, ölmüş bir adamın değil, sağ bir kimsenin dahi bu işlerde tesiri olamayacağını bilemez ve anlamazlar. Çünkü Şeyhliğe ve tarikatçılığa inananlar, bu işin dinin bir emri olduğuna inanmaktadırlar. Bu itibarla bunlarla mücadele etmek, dinin kudsi gölgesinde saklandıkları için oyunlarını meydana çıkarmak, bu oyunlarının dinle hiçbir ilgisinin olmadığını söylemek ve nihayet dini hislerinin istismarı neticesinde tuzaklarına düşmüş saf ve masum insanları kurtarıp layık oldukları seviyeye çıkarmak, her Müslüman âlimin görevidir. Çünkü âlimler, dinin emirlerini doğru olarak halka duyurmakla yükümlüdürler. Hiçbir âlim, doğruyu gizlemek ve onu yanlışla karıştırmak yetkisine sahip değildir. Bu hususta Yüce Mevla şöyle buyurur: “Hakkı, batıl ile karıştırmayın ve bilerek Hakkı gizlemeyin.” (Bakara 42) Lakin tedavisi güç bir hastalık haline gelen bizde ki nemelazımcılık, bana değmeyen yılan bin yıl yaşasın zihniyeti işleri başkasına yüklememize, üşengeçliğe, tembelliğe ve bazen de korkaklığa düşmemize neden oluyor. Alim diye geçinen ve çevrelerinde gerçekten sevilip sayılan bazı kimseler de, Şeyhlerin önünde eğilenlerin safında yer alıyorlar. Esasen cahil halkı, kitle halinde Şeyhlerin tahakkümleri altına sokan başlıca sebeplerden biri de budur. Zira cahiller, bunların âlim olduklarını düşünerek ve gittikleri yolun doğru olduğuna hükmederek peşlerinden gidiyorlar. Bu sebeple de suçun ağırını bunlar işlemiş oluyorlar. Bunların çoğu da Şeyhlere inandıklarından değil, onların himayelerine ve sayelerinde bir takım maddi çıkarlar elde etmek ve ya halk arasında yaldızlı bir şöhret kazanmak için bu yolu seçiyorlar. Ama bu da, açıkça ikiyüzlülüktür. Bu âlimlerden bazıları da Şeyhlerin düştükleri Hurafe ve Bidatleri görmeden, araştırmadan birer müfrit savunucu haline geliyorlar. Hatta daha da ileri giderek, Müslümanları bu hurafe ve Bidatlerden kurtarmak için gayret gösteren insanlara olmadık zulüm dahi yapıyorlar. Bununla beraber Şeyhlik ve tarikatçılık hurafesine şiddetle karşı olan ve bu yolda ellerinden geldiği kadar çalışmış ve çalışmakta olan birçok âlim de mevcuttur. Günümüz de bu anlayışta yüz ağartacak faaliyetler gösteren ilahiyatçılar yaptıkları çalışmalarla çok şükür büyük mesafe almışlardır. Bu âlimlerin gerçeği görerek söylemekten çekinmemeleri hakikaten memnuniyet vericidir. Lakin bu mücadeleleri yapan âlimler, genellikle ferdi çalıştıkları ve toplu iletişim araçlarından tam istifade edemedikleri için bulundukları çevrenin dışına hizmetlerini ulaştıramamaktadırlar. Hâlbuki holdingleşerek, her türlü iletişim imkânına kavuşan Şeyhler ve tarikatlar kendi bozuk itikatlarını Müslümanlara daha çok ulaştırma imkânına sahip oluyorlar. Hz. Adem’den beri Yüce Allah’ın gönderdiği vahiyler aynıdır, Din de Allah’ın dini olan İslam’dır. Peygamber Efendimize gelen de evvelki peygamberlere gelen dinin devamı olan İslam dinidir. Bütün Peygamberlerin ve bizim Peygamberimizin de yaptıkları Allah’ın dinine karıştırılan şirk, Hurafe ve Bidatleri temizleyerek dini sadece Allah’a has kılmaktır.  Peygamberlerin varisleri olan gerçek âlimlerin görevi de günümüzde bu olsa gerektir. Ne pahasına olursa olsun Hakka inanmak, Hakkı söylemek ve Hakkı yükseltmeye çalışmak lazımdır. Yüce Allah, bu uğurda çalışanların yar ve yardımcısı olsun.  Not: Bu yazı da Mehmet Erol Hocanın “Tasavvuf dini” isimli kitabından istifade edilerek yazılmıştır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI