Hikâyesi Olmayanlar!

7 yıl önce

Yaratılışın ilk anından itibaren insanoğlunun anlatacak bir hikâyesi olmuştur.  Öyle ki yaratılışın gizem ve de heyecan yaratan soruları her medeniyetin, her kültürün, her dilin ve de milletin hafızasında faklı şekilde cevaplanmış olsa da, soruların ve cevapların varlığı hep aynı zeminde ilerlemiştir. İnsanoğlu merak etmiş, sorular sormuş ve de cevaplar aramıştır. İster anlamlı olsun isterse çelişkilerle dolu bir söylence olsun, söyleyen diller ve de dinleyen kulaklar her daim olagelmiştir.

Tarih boyunca her millet başlarından geçen göçleri, savaşları, kıtlık ve yokluk yıllarını, aşk, sevgi, sadakat, merhamet ve celadet gibi meziyetleri anlatmış ve paylaşmıştır. Kimi zaman maharetli bir ozanın dilinde büyüyen ve de yayılan hikâyeler insanların ruhunu ilmek ilmek dokurken, kimi zaman da bir annenin dudaklarından nesillerin ruhuna akmıştır. Doğrunun ve iyinin tanımları çoğu zaman hikâyeler yoluyla paylaşılmış ve dinleyenlerin ders çıkarması istenilmiştir. İbret olsun diye geçmiş nesillerin hatıraları, anıları, sevinçleri ve de acıları dilden dile yayılmış ve anlatanın dilinde, dinleyenin yüreğinde yeniden şekil bulmuştur. Hiç umulmadık bir yerde “Size şöyle bir temsil anlatayım” diyerek söze başlayan ve sonra da: “ Kıssadan hisse” diyerek sözlerini bitiren ozanları, aşıkları, şairleri duymak günlük hayatın bir parçası olagelmiştir. Efsaneler, destanlar, hikâyeler, masallar, kıssalar insanın hayatı anlamaya dönük sorularının şekil bulmuş haliydi. Öğrenmenin ve kültürel aktarımın en önemli enstrümanı olarak yıllarca hikâyeler anlatıldı ve dinlenildi.

Fakat modern zamanlarda insanoğlunun kadim değerlere başkaldırması ve kendi varlığını öne çıkarması varoluşsal bir meydana okumaya dönüştü. Hikâyelerin dilinde geçmiş, insanoğlunun tecrübeleri ile şekillenen bir bilgeliğe işaret ederken, modern insan yönünü geçmişten geleceğe dönmüştü bile. İlerlemeci felsefenin inşa ettiği fikirler hikâyelerin bilgeliğine müsaade etmiyordu artık. Daha çok üretmek, daha çok kazanmak ve daha çok tüketmek… Yeni hikâye buydu artık. Sonra şehirlere taşındık, kalabalıklar içinde daha çok yalnızlaştık. Okullara gittik, altı yaşından başlayıp yıllarca devam ettik, binlerce sayfa okuduk ama sadece meslek sahibi vatandaşlar olabildik. Öyle bir aydınlanmayla aydınlandık ki artık eski anlatıların sıkıcı sadeliğine tahammül edemez olduk. Onları dinleyecek kulaklarımız, hissedecek yüreklerimiz yoktu artık.

Çocuklarımız yaşlıların bilgiliğini terk ederek bilgisayar, tablet ve akıllı telefonlarıyla kör bir karanlığın içine yuvarlanmakta. Saatlerce bilgisayar karşısında oyun oynayan çocuklarımız sanal bir hapishaneye mahkûm olmaktadır. İşin en acı tarafı ise bu mahkûmiyetin gönüllü olarak gerçekleşmesidir. Aynı evde yaşayan ama ruhen aidiyetleri farklı insanlar oluverdik. Anlatacak hikâyemiz kalmadığına göre, varlığı hayatı ve zamanı anlama gayretimiz de yok oluverdi.

Hangimizin anlatacak hikâyesi var? Herkes kendisine bu soruyu sormalı. Hikâyelerimizden uzaklaştıkça gerçekliğimizden ve benliğimizden uzaklaşıyoruz.

YAZARIN DİĞER YAZILARI