KİNDARLIK NEFRET NEREYE KADAR

8 yıl önce

Sayın  Kılıçdaroğlunun sözleri, sürçü lisan olsun, diye ümit ediyorum. Sonuçta muhatabanın bir anne olduğunu unutmamak gerektiğine, inanıyorum. Nezaket, zariflik, incelik kavramları insana daha güzel yakışmaktadır. Keşke, hep o, kavramların öne çıktığı olaylara, konuşmalara, yorumlara, şahit olsak. Ne kadar iyi olur. İnsanlar yaşadıkça daha çok tecrübelerden istifade etmesi gerekir. Amma öyle olmuyor bazı insanları ve o insanların davranışlarını zaman bile değiştiremiyor. Kendisi gibi düşünmeyen, kendisi gibi yaşamayan, hayat tarzını kendisi gibi belirlemeyen insanları düşman ilan edebiliyor. Dışlayabiliyorlar. Ötekileştirebiliyorlar. Hem de hiç gözünün yaşına bakmadan. Niye benim gibi düşünmüyorsun? Al sana ceza! İşte bu mantıkla hareket eden tüm insanlar karşı tarafa yaşama hakkı tanımamakta direniyorlar. Şu kısacık hayatlarında bu tahammülsüzlük nedendir? Bunun cevabını almak için insanların hareketlerine, davranışlarına ve fikri zorbalıklarına bakmak yeterlidir. Her şeye sadece kendisinin sahip olabileceği mantığı yatmaktadır. İnsanın içinde var olan bir canavarlık duygusu; zamanla, bir insanda tercih hakkı olarak kullanılıyor ve sonuçta ortaya bir cinayet, vahşet çıkıyor. İşte, insanın ruhunu teslim alan kötü düşünceler zamanla eylem olarak ortaya çıkmaktadır. Karşı tarafa saygısızlık işte tam burada ortaya çıkıyor. Ateizme evet, dindarlığa hayır… Tüm giyinme özgürlüklerine evet, İslam’ ın emri gibi giyinmeye hayır, Tüm emperyalist düşüncelere evet, Milli düşüncelere hayır, Liberalliğe, Laikliğe, Kapitalizme, Komünizm ’e evet Muhafazakarlığa hayır… Pes Doğrusu… Demokratik tercih hakkını kullandığını söyleyen insan, bir müddet sonra; sen neden benim gibi değilsin, diyerek karşı tarafı suçlamaya başlıyor. Tahammülsüzlük o kadar kontrolsüz hala geliyor ki; sözlü saldırı sataşmaya, darb etmeye, hatta yaralamaya kadar gidiyor. Yaradanın Tabiatta var etmiş olduğu güzelliklerin her birinin ayrı, ayrı renklerde, ayrı, ayrı güzelliklerde olduğunu göremiyor. Bütün çiçeklerin rengi kırmızı olsaydı, başka renkleri nasıl tanıyacaktık. Yahut kırmızı rengini başka renklerle, nasıl  karşılaştıracaktır. Sadece kırmızı renk olarak ortada olunca başka renkleri tanımadığımız gibi; kırmızı rengini de gördüğümüz zaman kırmızı rengini diğerlerinden ayıran özelliklerinden bahsedemeyecektik. Çünkü diğer renkler diye bir kavram olmayacaktı. Kısacası her şey tek düze olacaktı. Yeri gelince en büyük, Demokrasi havarisi kesilenler kendi düşüncelerinin üstünlüklerine o kadar inanmışlardır ki; başka fikrin varlığını dahi kabul edemezler. İnandığı fikirlerinin karşısında fikirler oluştuğunu görünce, hep birlikte ve avazlarını çıktığı kadar bağırarak HAYIIIIR… diyerek, kabullenmek istemezler. İşte Ülkemde Aydın geçinen insanların fikri durumu budur. Bunlar değil mi zamanla gelişen tüm olaylar karşısında; durmadan, düşünmeden hep bir ağızdan birileri tarafından yönlendiriliyormuş gibi, hep birlikte hareket ederler. Amma sorsanız en büyük demokrat onlardır. Bu demokratlık serbestçe birilerinin, fikirlerini beyan etmelerini hazmedemez, bu demokratlık kendi yaşama biçiminden başka; yaşama biçimi seçen insanlara yaşama hakkı tanımaz. Bu demokratlık ki; en doğruyu ben bilirim, en güzeli ben seçerim siz ne kadar çoğunlukta olursanız olun bizim için fark etmez, biz her zaman güçlüyüz ve sizin dediklerinizi kabul etmiyoruz, bizim dediklerimiz olacaktır. Yoksa gücümüzün yettiği kadar karşı çıkarız mantığındaki bir demokratlık anlayışıdır. Olmadı,  böylece demokrasi anlayışını farklılaştırmaya çalışırlar. Karşısındakilerin de bu anlayış karşısında eğilmelerini beklerler. İşte benim Ülkemin kimi yazar, çizer, kimi sanatçı geçinen takımının, kimi siyasetçilerin anlayışı budur. Muhalefet etmeyi beceremediler mi, işte o zaman kin duyarlar. Amma kendi kendilerine sormazlar, hani biz demokrat insanlardık, her fikre saygı duyacaktık, ne oldu bize neden bu kini, nefreti duyuyoruz diye sormazlar. Acaba doğru mu yapıyoruz diye de kendilerine bir öz eleştiride bulunmazlar. Kin ve nefret o kadar gözlerini bürümüştür ki; sadece yakarlar, yıkarlar, oyuncakları elinden alınmış çocuklar gibi, ağlar dururlar. Onlara göre Dünya sadece kendilerinindir. Zaman, zaman insanlıktan, paylaşımdan, kardeşlikten, eşitlikten, bahsetseler de, önemli olan; asıl kafalarında ne düşündükleridir. O düşüncelerinde de, toplumun çoğunluğu kendileri gibi düşünmüyorsa, o çoğunluğun görüşü dikkate alınmamalıdır. Ancak kendilerinin görüşü vardır ve başka görüşler önemli değildir. Anlayış budur. O nedenle oyuncaklarının bir an önce kendilerine verilmesi için, tepinip, dururlar. Bütün mekanizmalar, kendilerinin kazanımı üzerine kurulmuştur. Eğer, kendilerinin dışında, birileri, bazı yerlerde; kazanım elde ediyorlar ise; O, zaman kurulu olan O, sistemlerin; onlar için bir anlamı yoktur. Güç ve yönetim kendi ellerinde olmalıdır. O, zaman demokrasinin, anlamı büyüktür. Yoksa; bir anlam taşımaz. O, nedenle; ’’NE YANİ çoğunluk istedi diye, falan işi yapmalı mıyız?’’ Diye çoğunluğun isteğini bile; göz ardı ederler. Hatta çoğunluğa kızarlar. Varsa, yoksa; her şey kendi anlayışlarına göre, kendi fikirlerine göre olmalıdır. Gerisinin bir değeri yoktur. İşte asıl mesele budur…

YAZARIN DİĞER YAZILARI