TASAVVUFTA ÜÇ EKOL: İŞRAKİLİK, HULUL VE VAHDET-İ VÜCUT

8 yıl önce

Tasavvufun temelini oluşturan üç ana fikir vardır ve üçü de İslam dışı kaynaklardan tasavvufa girmiştir. Bu fikirleri kısaca şöyle özetleyebiliriz:             İşrakilik Ekolü: Bu ekolde felsefi düşünce, zühd ve diğer düşüncelerden daha ağır basmaktadır. Aslında bütün tasavvufi düşüncelerde “İşrakilik” bir esas olarak gözükmektedir. Ne var ki, bazılarında sırf işrakilik esası bulunduğundan Hulul ve Vahdet-i Vücud’a yer verilmezken, bazılarında diğer iki husus ta yer bulmuştur. Hulul Ekolü: İlahi unsurun, insan unsuruna hulul ettiği (Girdiği) esasına dayanan Hululiyedir. Hallaç’ı Mansur bu esası bir şiirinde şöyle dile getirmiştir: -Sen kalbimde yerleştin, dilim sana hitap etti. Bazı sebeplerle bir araya geldik ve yine bazı sebeplerle ayrıldık. -Eğer büyüklüğün seni gözle görmeye mani oluyorsa, vecd de içe almaktadır. Bir başka şiirinde daha açık olarak şunları söyler: -Mahlûkatına parlak lahutunun yüksek sırrını izhar eden, sonra mahlûkata da yiyen içen bir varlık suretinde zuhur eder. -Ve Mahlûkatı onu başlı, gözlü olarak müşahede eden Allah ne kadar Yücedir. Vahdet-i Vücut Ekolü: Bu ekole göre bütün varlık aslında tek ve birdir. Gözle görünen çokluk ise varlığın zatında değil, şeklinde meydana gelen bir çokluktur. İbn-i Arabi’nin bayraktarlığını yaptığı bu düşünceye göre yer, gök, üzerinde ki Yıldızlar ve bütün varlık; Allah’ın tecelli sünnetleridir, her şey O’dur. İbn-i Arabi bu hususu şu beyitlerle ifade etmiştir: -Eşyayı zatından yaratan Allah, sen yarattıklarını nefsinde toplayansın. -Sen varlığı sende sona erenleri yaratırsın, sen geniş olan bir darsın. Vahdet-i Vücut hakkında bazı görüşler: Bahauddin el Amili de (ö. 1031) Vahdet-i Vücud’u Allah’ın Rasulullah’a ve ahirette ki tecellisine benzeterek şöyle açıklamaktadır: “Yüce Allah’ın bir şahıs suretiyle tecellisi mümkün olduğuna göre yerde ve gökte bulunan suretlerin O’nun tecellisinin sureti ve zatının zuhur tarzları olmasına ne mani vardır? Eğer derse ki, Allah kendisinde tecelli ettiği suretler güzel bir surettir. Güzellik ve nuraniyette bunların hilafına olan eşyaların suretleri necis ve pis suretler, nasıl Allah’ın tecelli suretleri olabilir? Bizde deriz k: Eşyanın pisliği onun zatından ayrılmayan vasıflar değildir. Eşyanın pisliği veya temizliği kişilere veya onların zevklerine göre değişir. Eşyanın pisliği, temizliği izafi şeylerdir. Eşyanın zatında mutlak ve zati bir pislik veya çirkinlik söz konusu değildir. Eşya mutlak olarak ele alındığı zaman; pislikte temizlik te birdir.” İbn-i Farid ve Allah’a muhabbet: Mutasavvıflar muhabbete büyük önem verir. Muhabbetten Allah ile birleşmeye bir yol çıkarmışlardır. Allah ile birleşmek, mahlûkun halikını sevmesi ve bağlılığı ile halikı ile birleşmesi olayıdır. Bu görüş İbn-i Farid’in görüşüdür. O, Allah’ı sevmek O’nun sevgisini elde etmek, böylece Allah’ü Teâlâ ya kavuşup ona yükselmek düşüncesindedir. Kişi, Yüce varlıkla birleşme derecesine ulaştığı zaman “Mahv” yani fani zatın şahsının sahibi olan Allah’ın zatında yok olması veya hissin ortadan kalkmasından dolayı “sekr” sarhoşluk tabir ettikleri bir halde bulunur. Sofiye bu hale “Vahdet-i Şuhut” derler. İbn-i Farid, bu hali şu beyitlerle anlatmaktadır: -Baktığım her şey de O’nun tecellisini gördüm. Gördüğüm her şey de, kendi bakışlarımla O’nu gördüm. -O, zahir olduğu zaman gözümü açtığımda orada kendimin O olduğunu halvet halinde buldum. -Varlığım gördüğümde yok oldu. Her şeyi yok ederek gördüğümün vücudunda kayboldum. -Gördüğüm sekr den (Sarhoşluk) sonra ki sahv haline hazırlanmasıyla O’nun mahvında müşahede ettiğimi kucakladım. -Sahv’den sonra ki mahv halinde ondan başkası olmadım. O’tecelli edince zatım da O’nun zatı oldu. İbn-i Teymiyye tasavvufçuların bu anlayışlarını müşahede etmiş, çalışmaları sonunda Sofiye arasında dolaşan Hakikat, Şeriat ve ittihad fikirlerinin şer’i hükümlerin iptalinden başka bir şey olmadığı sonucuna varmıştı. Bu insanların halkı saptırıcı yaşayışlarına şahit olmuştu. İbn-i Teymiyye, Sofiyenin hem inanç bozukluğuna ve hem de amel bozukluğuna karşı çıkmış, onlara Kur’an ve sünnetten getirdiği delillerle adeta savaş açmıştı. İbn-i Teymiyye’nin yaşadığı dönemde Sofiler büyük bir itibara sahiptiler. Mesela Mısır valileri şehirde dergahlar kurup masraflarını karşılayacak tahsisatlar ayırmışlardı. Yine Şam’da Sofilerin ihtiyaçlarını karşılamak için özel mahalleler teşkil ediliyordu. Teymiyye, Sofilerin Şam’da kerametvari işlerine ilişip hilelerini açığa çıkarınca ve bazı Sofilerin İslam âlemini kasıp-kavuran Moğollarla ilişkilerini tespit edince iki taraf arasında ki çarpışma iyice şiddetlendi. Zamanın Vali ve Sultanlarını arkalarına alan Sofiler bundan sonra Teymiyye’ ye hayatı zindan ettiler[BÇ1] . Teymiyye bundan sonra ki hayatını kale zindanında geçirmek mecburiyetinde kaldı.

YAZARIN DİĞER YAZILARI